Bu kurguda geçen savaşlar antlaşmalar dışında Selim ve Mustafa arasındaki her şey tamamen kurgudan ibarettir. İsimler, aralarında geçen olaylar ve seferler tamamen uydurmadır. Tarihte bir kesinliği bulunmamaktadır.
Bir ay daha geçmiş iki gün önce başarıyla seferden dönülmüştü. Halk Padişahı ve orduyu öyle büyük bir coşkuyla karşılamıştı ki Padişahın saraya gelmesi saatler almıştı. Büyük bir şölenle kutlamalar hem sarayda hem çarşıda devam etse de Selim hızla devşirme ve iskan politikaları için birkaç adamıyla çalışmaya başlamıştı. Padişah olmak elbette kolay değildi hele de yönettiğiniz devlet Dünyayı yönetiyorsa başınızı kaşıyacak vaktiniz yoktur. Selim içinde bu geçerliydi.
Enderun mektebini genişletip bu senenin mezunlarının ardından devşirme oğlanları alacaklardı yani bir ay sonra. İskan içinse elini oldukça çabuk tutmalı orayı Türkleştirmeliydi. Kavgalı olan ailelerden, isyan çıkarmaya meyilli olanlardan ve de vergiden muaf olmak isteyenlerin listesini devletin her bir köşesinden ayarlayıp göç için bir bütçe ayırması lazımdı. Her şehrin beylerbeyine ayrı ayrı mektup gönderilmesini emrederken divandan gecenin bir yarısı çıkmış validesinin odasına girmişti.
Gülbahar oğlunun gelmesiyle ayağa kalkarken gözü yaşlı bir şekilde boş odada oğluna sarılmış, sakalını okşamıştı. Şu beş aydır her gün yüreği ağzında oğlunu bekliyordu hele Selimin kardeşleri öldükten sonra kalan tek oğlunun üstüne daha da titrer olmuştu. Selim kardeşleri Ahmet ve Korkut'u öldürttüğü için elbette bir yanı ona kırgındı her ne kadar diğer iki şehzadenin annesi farklı olsa da küçükken oğluna ağabeylik yapan o iki yavrunun ölmesi onu da yaralamıştı.
Şehzadelerin tek günahı bir köyde kardeş olarak doğmak yerine bir sarayda taht yarışı içinde doğmalarıydı. Elbette Selimde annesi Gülbaharda her şeyin farkındaydı Selim ağabeylerini öldürmese onlar Selimi öldürecek ve babasına isyan ederek çıktığı tahttan kardeşlerinin ona karşı çıkarttığı isyanla inecekti. Gülbahar'ın içi yanıyordu, oğlu bu hanedan içinde kendisi dışında kimseden sevgi görmemişti belli bir yaştan sonra, öyle ki babası bile oğluna beddua ederek gözlerini yummuştu. Selimin içindeki padişah maskesinin ardına saklanmış küçük çocuğu bir validesi bilirdi.
Gülbahar hatun gözyaşlarını silerek gülümsedi, oğlunun yüzünü avucunun içine alırken titreyen sesiyle konuştu. "Rabbim karşına tüm hayatı boyunca seni sevecek birini çıkarsın oğul." Kendisinin bir ayağı çukurdayken bu hayattan göçtüğünde oğlunun yanında sevgisini esirgemeyecek biri olsun istiyordu, oğlu belki tüm cihana sahipti ama bir sevgiye sahip olamamıştı yaşamı boyunca. "Amin validem amin." aklına ahu gözler gelirken mırıldanmıştı Selim.
Anne ve oğul biraz daha zaman geçirip hasret giderdikten sonra Selim odasına gitmişti, bugün gidememişti biriciğinin yanına içinde kalmıştı. O sırada ise Mustafa'nın kulağına asılsız dedikodular doluyordu. Selimin saraya dönüp Mustafa'nın yanına gitmemesini fırsat bilen cariyeler Miralayın aklını karıştırıp padişahtan uzak durması belki ta tayin istemesi için çabalıyorlardı. Mustafa'nın kulağına Selimin başka cariyelerle bir gece geçirdiğini seferin ardından kendine ödül verdiği çalınıyordu.
Akşam yemeğine indiğine pişman olurken içinde filizlenen üzüntüyü belli etmemek için orduda aldığı eğitimlerle ifadesizce yemeğini yemeye devam etmiş ama beynini susturamamıştı. Yemeği biter bitmez ayağa kalkarak odasına geçerken arkasından onu izleyen insanların farkındaydı ondandı salına salına rahatmış gibi yürümesi. Üzüldüğünü onlara göstermeyecekti, bunun böyle olacağı belliydi zaten koskoca padişah bir tek ona bakacak değildi ya. Doğuramıyordu bile.
Aklına nereden geldiği bilinmez Amasya anıları gelmişti, ordudaki ilk yıllarıydı çömezdi ve Şehzade Ahmet'in ordusuna katılmak en büyük şansıydı. Şehzade Ahmet ile kısa sürede yakın olmuştu çünkü Şehzade onun Sakarya Paşasının oğlu olduğunu öğrenmiş ve tanışmak istemişti. Sakarya paşası ile geçmişe dayalı bir tanışıklığı vardı. Bir şehzade ile ne kadar yakın arkadaş olunabilirlerse o kadar yakın olmuşlardı. O kadar yakınlardı ki Ahmet kardeşi Selime karşı isyan çıkaracağında ilk onun haberi olmuştu. Mustafa her ne kadar engel olmaya çalışsa da engel olamamıştı bir şehzadeye nasıl engel olabilirdi ki sonuç çoktan belliydi Ahmet boğdurulmuştu.
İlk zamanlar Padişaha karşı içinde inanılmaz bir öfke vardı nasıl ağabeyini öldürürsün diye ama olayın üstünden zaman geçtikçe ve içi soğudukça bazı şeyleri fark etmişti. Onların ilişkisi normal bir abi kardeş ilişkisi değildi o gün o muharebede Ahmet kazanmış olsa o da aynısını Selime yapacaktı, Selimi öldürecekti. İç çekti Mustafa keşke bu iki hanedan üyesinin mutlu bir aile ilişkisi olsaydı, belki başka bir hayatta olurdu. Kim bilir?
Bir gün daha geçmişti, Mustafa eski yavaş temposuna dönmüştü Padişahın saraya dönmesi onun ve diğerlerinin işlerini elbette hafifletmişti, o yüzden daha rahattı bir iki gün öncesine göre ama içi neden rahat değildi. Ah karnı ağrıyordu yemek yese iyi olurdu. Acaba bugün kendisine muhallebi gelir miydi? Saçmalıyordu adam daha dün gece keyif yapmıştı. Çatılan kaşlarıyla hızla masasından kalkıp odadan çıktı ve izin alarak çarşıya indi. Arkadaşının yanına gidip kafa dağıtmalıydı.
Mustafa odasından çıktıktan kısa bir süre sonra elinde muhallebiyle gelen aşçıbaşı Mustafa'nın olmadığını öğrenince ne yapacağını bilememiş elindeki küçük mektupla muhallebiyi adamın kağıtlarla dolu masasının tam üstüne bırakıp çıkmıştı, öğle yemeğine gitmiş olmalıydı beş dakikaya dönerdi elbet adam. O zaman görürdü burada beklemesine gerek yoktu daha akşam yemeği yapılacaktı hem.
O sırada Selimin aklı elindeki belgelerde değil çocuğa gönderdiği muhallebi ve mektuptaydı ah yüzündeki gülümsemeye kesinlikle engel olamıyordu. Mustafa ne kadarda güzeldi, akşam onu eski hanın arka kapısına çağırmıştı kendisi de tebdili kıyafetle gidecek bir gün olsun padişah olduğunu hem kendi unutacak hem de çocuğa unutturmaya çalışacaktı, çokça heyecanlıydı çocuğun geleceğinden emindi elbet gelirdi Mustafa masasındaki o kağıt ve muhallebi kasesi alınıp odasına hiç koyulmamış gibi atılmasaydı.
Muhallebiyi direkt çöpe atarken içindeki meraka engel olamayarak elindeki kağıdı açmıştı. Odanın önünü ve koridoru boş bulmasıyla hızla aldığı altının hakkını verip devamını almak için odaya girmiş ve kimseye yakalanmadan çıkmıştı. Koridorda olması gereken askerlerin nerede olduğu onu ilgilendirmiyordu işine gelmişti. Kağıdı açtığında sırıttı bakalım bir padişah bir miralaya neler yazıyordu.
Ahu gözlerine hasret kaldığım zamanı geride bırakmak istiyorum, şu beş aydır senin özleminle yanıp kavrulurken beni daha fazla yakma. Gece eski hanın arka kapısında ol seni alacaklar ve bana getirecekler.
Selim
Mektubu yırtıp çöpün altlarına atarken güldü bugünde cebine para girmişti.
Selim her ne kadar mektuba seni alacaklar dese de çocuğa sürpriz yapmak için kendisi bekliyordu, bugün tüm İstanbul'u gezeceklerdi çocuğa kendisini sevdirecekti. Çocuk o gece yanına gelse bunlar olabilirdi ama Mustafa'nın ne mektuptan ne muhallebiden haberi vardı. Mustafa yine Padişahtan kendine haber gelmemesiyle kırgınca yatağına girerken Selim gün doğana kadar belki gelir umuduyla çocuğu beklemişti, gelmemişti. Selim içindeki kırgınlık öfkeye dönüşürken saraya ilerledi, çocuk resmen onunla alay etmiş saatlerce ayazda bekletmişti. O da sevmiyordu kendisini, sevilmeyecek kadar kana bulanmıştı zaten elleri kim sevecekti ki onu?