Mustafa her zamanki gibi erkenden kalkıp saraydaki odasında yerini almadan önce mutfağa inerek saraydaki alt tabaka için hazırlanan yemeklerden tabağına doldurarak bir köşeye oturmuştu. Oysa birkaç saniye sonra duyacağı şeyleri bilse buraya hiç adım atmazdı.
Cariyelere yemek götüren Hadımlı, adını bilen olmadığından ona böyle seslenilirdi, mutfağa girdiğinde kazan başındaki kadınlara bakıp yavaşça Mustafa'nın oturduğu köşeye ilerlemişti. "Miralay Paşam.." Mustafa kendisine seslenen adamla daldığı yerden irkilerek ayrıldı. "Bir şey mi oldu Hadımlı?"
Siyah saçları terden birbirine yapışmış adam söylemek istemesede karşısındaki adamın en azından bunu erkenden duyup kimsenin önünde küçük düşmemek için kendini hazırlamasını istiyordu. "Dün gece yarısından sonra Padişah Hazretleri odasına cariye çağırmış bilmeniz gerek diye düşündüm." Mustafa duyduğu sözlerle adamın yüzüne bakarken kalakalmıştı. Hadımlıda zaten daha fazla kalmanın lüzumu olmadığını bilerek çoktan ayrılmıştı.
Günlerdir kendisine bir haber bile göndermeyen adam gününü gün ediyordu o ise ne haldeydi. Dün gece ne kadar içmişti içinde büyüyen bu dert yüzünden. Bu derdi kalbine koyan ise Mustafayı düşünmüyordu bile. Zaten ne bekliyordu ki Mustafa? Bir oyuncak olduğunu ve vakti geçtiğinde unutulacağını çok iyi kazımıştı hafızasına öylede olmuştu zaten. Eskimişti ve yerini yenileri doldurmuştu çoktan.
Güldü, kahkahası mutfakta yankılanırken keyifle ayağa kalkıp elindekileri tezgaha koydu, çalışanlara kolay gelsin diyerek odasına kadar olan tüm yolu neşeyle gitti. Onu görenler hemen dedikodusunu döndürmeye başlamıştı, çoktan gitmişti o cariyenin kulağına bunlar. Nasıl mutlu olurdu o Mustafa, kendisi padişahı eline almıştı ama o aptal herif kaybettiği padişah için üzülmüyor muydu? Delirtecekti.
Mustafa odasına girdi, dişlerini göstererek penceresinden dışarı, gökyüzüne bakarken gözleri dolmuş, kirpiklerinden yaşlar akmak için hazırda bekliyordu. Asıl deliren Mustafaydı. Odasını yakıp yıkmamak için çabalıyordu. Ağzından "Ahhh..." diye acı dolu inlemeler kaçarken bu inlemeler kahkahaya dönüşmüştü. "Madem," iç çekti göz yaşlarını elinin tersiyle silip camın pervazını kavradı "madem iki günlük hevestim ne diye getirttin beni ta Sakaryalardan buraya be Padişah. He söyle bana ne diye geldim ben buraya. Boş evrakları doldurmak için mi, gösterişten yapacağım hiçbir iş yokken askerlere emir vermek için mi?"
Ah onu yoklukta el bebek gül bebek büyütmek için kendini paralayan anası ah oğlunun hiçbir eksiği olmasın diye sabah akşam demeden çalışan babası. Ah oğulları Miralay olupta karşılarına geldiğinde sevinen yıllar önce göçüp giden aklar saçlarına değil ömürlerini düşmüş ana baba, biriciklerinin bu hâlini görse yürecikleri kaldırır mıydı? Oğullarının tüm taşrada ibne diye adının çıktığını duysa ne yaparlardı, sokakta yürürken komutan olmasa ona saldırıp taşlayacak ahali hatta emrindeki askerler. İç çekti Mustafa Padişah onu çoktan gözden çıkartmıştı sokakta de hatta sarayda bile her an biri kendisini hançerleyebilirdi.
Yapmamalıydı, izin vermemeliydi ama koskoca Padişaha nasıl engel olacaktı. Hayır dese kellesi gitmeyecek miydi? Sahi gerçekten iki gram cesareti olsaydı da hayır deseydi kellesi gider miydi cidden.. bunu hiçbir zaman bilemeyecekti Mustafa ama hayır diyemediği için kellesinin gideceğini biliyordu.
Mustafa odasında kavrula dursun Padişah Hazretleri de uykusundan henüz uyanmıştı. Zaten saraya geç gelmiş devamında ise gecesi daha da uzamıştı. O yüzden anca uyanıyordu kısa uykusundan.
Ayağa kalkarak odasında ki kapıdan geçerek banyosuna ilerledi sıcak sular zaten hazırdı. Soğuk mermere oturduğunda sırtını mermere yaslayıp gözlerini kapattı çoktan pişmanlık vücudunu sarmıştı. Kadının dudağının dokusu hâlâ tenindeyken kendini kirli hissediyordu, o kadının kendisine dokunması hiç doğru hissettirmemişti ama yapmıştı işte. Ah bir iki saat önce saraya girdiğinde şu anki aklı olsa Mustafa'nın yanına gider niye gelmedin diye hesap sorardı ama yoktu işte beyni gece bunu düşünememişti.
Eline aldığı tası suya sertçe daldırırken aslında kendine vurmak istiyordu. Odada ki herkesi çıkarttığı için rahattı ama yinede kendini bir o kadar rahatsız hissediyordu. Hemen temizlenmesi gerekiyordu.
Zaten öğlen yeni askeri gelişmeler ve cihandaki gelişimin takibi için bir toplantı yapacaklardı, o zaman nasıl bakacaktı Mustafa'nın yüzüne 'ah aptal Selim' diye kızdı bir kez daha kendine. Bu kızmaları boşaydı zaman henüz nasıl geriye alınır çözememişti kimse.
En iyisi toplantıdan sonra Mustafa'yı çağırmak ve konuşmaktı. Elbette af dilemeyecekti sonuçta o padişahtı ama kendini açıklaması gerekiyor gibi hissediyordu, acaba yapmalı mıydı bunu? Lalası onu büyütürken sen veliahtsın geleceğin hanısın kimseye hesap vermeyeceksin, kendini açıklamayacaksın, yanlış anlaşıldım mı diye düşünmeyeceksin demişti. Bu zamana kadar lalasının sözlerinden hiçbir zaman çıkmamıştı, Selim'in doğruları bu sözlerdi zaten ama neden bugün bu sözlerin dışına çıkacakmış gibi hissediyordu.
Belki de çıkmayacaktı, kendi içinde bir savaş veriyordu şu an Selim kazanan kim olacaktı bilmiyordu. Zaten hangi taraf kazanırsa kazansın Mustafanın bugün alacağı yaraları hangi açıklama kapatırdı.. Miralay Mustafa Paşa bugün ya da gece hayatındaki en büyük mağlubiyetini almıştı.
O gün asla silinemeyecek şeyler olmuştu. Henüz kimsenin haberi yoktu ne o cariyenin ne Selim'in ne de Mustafa'nın ama tohum toprağa düşmüştü. Cariye hamile kalmıştı bunu bilmiyorlardı elbet ama öğrendiklerinde neler olacaktı.
Bunlar geleceğin merak dolu soruları ama biz önümüze bakalım Selim ve Mustafa bugünden sonra ne yapacaklardı?