Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek
Giryemi füzun eşkımı hun etti felek
Şirler pençe-i kahrımda olurken lerzan
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felekBilmem ki gözlerime yazgı nasıl büyü yaptı
Gözümü kanlandırdı (kızarttı) aşkımı arttırdı yazgı
Arslanlar bile pençemin korkusundan titrerken
Beni bir ahu gözlüye esir etti yazgıSelim önünde duran kağıda yazmayı bitirdiğinde kalemindeki mürekkepde onunla eş zamanlı olarak bitmişti. Dört aydır saraydan uzak, devletten uzak bir şekilde erleriyle beraber yollardaydı. İran'da. Artık savaşın sonlarına geldiğini fark ederken bu hayatındaki ilk sefer olduğu için bir yandan heyecanlıydı ve kaybetmek istemiyordu. İlk seferinde zafer kazanmak istiyordu. Saraya zaferle dönmek, o ahu gözlerde gurur belki de biraz hayranlık görmek istiyordu.
O güzel çocuktan, sadece kendisinin göreceği bir güzellikti bu başkasının görmesine elbette izin vermezdi, kendisine karşı ilgi bekliyordu, belki sevgi ya da daha fazlası tek bildiği ne istiyorsa Miralaydan istiyordu. Hem kendisi yokken nasılda güzel idare ediyordu saraydaki işleri çalışkan Miralayı, tâbi ki sarayda çokça çalışan tek kişi Mustafa değildi ama Selim'in kilometreler öteden bile gördüğü tek kişi Mustafaydı, ne akıllı ne zeki ne çevikti o güzel çocuk öyle.
Şu zamana kadar herkes Selime hayrandı ama Selim üstündeki tüm hayranlığı toplasa Mustafaya karşı duyduğu hayranlığın kırıntısı etmezdi bilirdi. Hem kendisi zaten hayran olunmak için yetiştirilmiş biriydi ama Miralay öyle miydi, o küçük taşrada ne güzel eğitmiş ve geliştirmişti kendini. Belki Selim orada doğmuş olsa Miralay kadar başarılı olamazdı. Bunun hayatta bir süre örneği vardı, başarı basamaklarını tırnaklarıyla kazıyan ama Selim'in ilgisini çeken tek kişi vardı o da belliydi, biricik güzeller güzeli Miralayı Mustafa.
Günlerdir o kadar şey görmüştü ki uzuvları eksilmiş erler gördüğü en normal şey bile olabilirdi, eğer orada savaşan bir er veyahut savaşı yönetenlerden biri değilseniz psikolojiniz elbette buna dayanmazdı ama o yönetendi. Her şeye karşı soğuk kanlı durmalı, planlar yapmalı, temsil ettiği halkı ve insanları korumalıydı. Bunun için öncesinde kendi canını korumalıydı elbette, saray içinde de yediğine içtiğine dikkat ediyordu ama bir seferde olmak kendisini daha açık bir hedef haline getirdiği için her zamankinden kat kat daha dikkatli olması gerekiyordu.
Her şey bir yana bu kadar işin gücün arasında, savaşın ortasında bile aklını meşgul eden şey bir ahu gözlüydü, onun o güzel çipil çipil bakışları gözünün önünde canlanıyor. Haritaların, belgelerin, mektupların yerini alıyordu. Sahi Mustafa acaba şu an ne yapıyordu? Özlemiş miydi kendisini, düşünmüş müydü hiç?
Derin bir iç çekerken veziriâzamına döndü, az kaldı diye mırıldanması sadece içini rahatlatmak içindi. Şayet en az bir aylık daha işleri olduğu belliydi. Önünde ki saman sarı kağıdı mürekkebinin kurulduğundan emin olunca katlayarak kıyafetinin içine soktu ve göğsünün üstüne içliğiyle ceketinin arasına sıkıştırdı. Bu kadar mola yeterdi, iş zamanıydı.
Elbette bu şiiri yazmak beş dakikasını almamıştı birkaç gün üzerinde çalışmış ve bugün son noktayı koymuştu. Bir savaşın içindeydi, kazanacaktı.
Selim çadırında savaşla ilgili düşüne dursun aynı saatlerde İstanbulu hâlâ daha güneş süslüyordu. Oysa İran'da hava kararmıştı. Mustafa ufukta kızıllık bırakan güneşe baktı, dört ay olmuştu.
Dört aydır padişah ile birinci elden herhangi bir konuşma veya etkileşim yaşamamıştı. Tek bilgisi üstlerinden aldığı bilgiler ve savaşın gidişatı ile ilgiliydi. Neden bu kadar uzun sürmüştü bu sefer, tamam belki de uzun değildi ama Mustafa için sanki yıllar olmuştu. Dört ay bir sefer için elbette kısaydı ama aynı zamanda nasıl bu kadar uzundu.
Mustafa Selimi görmek istiyordu, yaşadığını bilsede bir kez olsun kanlı canlı görüp emin olmak istiyordu. Selim sarayda olmadığı sürede işleri ilk günler yoğun olmasana sonrasında üç dört katına çıkmış padişahın yokluğu ülke sınırlarında hissedilmeye başlamıştı, bu yüzden günleri daha zor geçiyordu. Bu önemli değildi, Selim nasıldı?
Nasıl bağlanmıştı bu adama bir hafta içinde bilmiyordu ama Selim koskoca Devlet-i Aliye'nin hükümdarıydı bağlanmamak, etkilenmemek olabilir miydi, hem Mustafa etkilenmeyecekte kim etkilenecekti? Hadi ama Selim'i kim o kadar yakından görse etkilenirdi. Mustafa sanırım ona gönderilen muhallebilerden ilk başlarda rahatsız olsada şu an özlediğini kabul ediyordu. Selim burada olsa ona yine muhallebi gönderir miydi yoksa cariyeleriyle mi ilgilenirdi acaba?
Kendime ve düşüncelerine sinirlenirken oflayarak masadan kalktı ve elindeki kağıtlarla odada gezerken işine birazda o şekil odaklanmaya çalıştı. Camın ardında güneş yavaş yavaş kayboluyordu, kendiside böyle mi kaybolmuştu Selim'in kalbinde, hevesini almış ve bırakıp gitmiş miydi? Onun için kenara attığı sıradan bir oyuncaktan farkı neydi ki. Koca bir hiç.
Mustafa acaba Selim'in yazdığı şiiri, ona yazdığı şiiri okusa böyle düşünür müydü? Selim'in kalbinde ki duygulardan haberi olsa, Selim ona hissettiği her şeyi yansıtsa.. ah ne yazık ki Mustafa'nın bunlardan bir müddet daha haberi olamayacaktı.
O kendini oyuncak diye nitelendirmeye devam etsin sarayın içinde ki cariyelerde her geçen gün ona daha çok bileniyordu, ilk başlarda bunu valide sultan engellese ve padişahın kiminle yatıp kalktığına kimsenin karışmayacağına sert diliyle söylesede haseki sultan olmakta gözü olan birkaç cariye kendi aralarında ki düşmanlığı bir kenara bırakarak Mustafa'nın ayağını kaydırmak için işe koyulmuşlardı, bazıları ise onun gelip geçici bir heves olduğundan emindi. En nihayetinde o bir 'erkekti' ve her padişah gibi Selimde bu devlete bir evlat vermek durumundaydı. Hem de soyundan gelen tüm kardeşlerini öldürmüşken, elbette bir çocuğu olmak zorundaydı.
For Lethe