26. Tuzak

242 11 16
                                    


   Hepimiz avm'nin içini gezmeye başladık. Bir yaşam izi görme umuduyla. Tabiki de olmayacaktı. Nasıl olabilirdi ki? Her yer virüslü sürtüklere dolmuştu. Ben minho ve Thomas üçümüz belli bir yönde ilerledik. Diğerleri de oldukları yerde araştırma yapıyordu. Minho ve Thomasın aklında birseyler vardı ama ben anlamamıştım. Çokta umurumdaydı sanki? Benim planım yerinde işliyor. Umrumda mı dünya??? Yavaş adımlarla etrafı inceliyorduk. Sonra minho konuşmaya başladı.

Minho;
- biz şimdi bir yaşam belirtisi arıyor değil mi?

Thomas;
- evet!

Minho;
- şunun gibi mi ?

   Bu söylediğinin üzerine fenerini bir cesetin üzerine tuttu. Olduğu yerde irkilen Thomas şok içindeydi. Garip olan şu ki ben ölülerden ve cesetlerden korkmuyordum. Bana çok zayıf ve açız bir varlık gibi görünüyorlardı. Ya da zamanında çok cesetle oynadığım için beni etkilemiyordu. Kanlarını boşaltıp bir çöp muamelesi yapıyordum. Bunları zihnimin kenarından uzaklaştırınca minhonun beni arkasına ittiğini fark ettim. Hala beni koruyor ve savunuyordu. Acaba janson ile aramızdaki bağı hatta isyanlar olan bağımı öğrenseydi de böyle davranır mıydı bana? Yutkundum ve cesedi inceledim. Bir dakika bile buna katlanmayan Thomas ile birlikte başka yerlere bakmaya gittik. Ve benim zeka küpü minhom elektrik şartelkerinin yerini buldu. Dur bir dakika ben minhoya daha yeni minho(m) mu? Dedim. Hayır ona sahiplenmezdim. Onunla olan ilişkimin bitmesi olası bir şeydi. Kendimi hazırlamam gerekiyordu ancak yapmayacaktım. Belki minho için ya da belki masum insanlar için. Bilmiyorum aklım karman çorman olmuştu. Üzerinde ömrümü verip düşünmem gereken bir konuydu bu..

   Minho ışıkları açtığı anda. Demir tellerin ardından bir virüslü bize koştu. O ânın korkusuyla minho elimi sımsıkı tuttu.  İkisi de şok içinde virüs kapmış kadına bakıyorlardı. Ve tam o sırada üzerimize hızla gelen zombileri gördük. Ve her zaman yaptığımız şeyi yaptık.

Kaçtık.

   Diğer tüm üyelerin yanına varınca onlarda az çok anlamış olacaklar ki onlar da koşmaya başladı. Hepimiz ayaklarımızın verdiği tüm güç ile koşmaya devam ettik. Dar bir koridora vardığımızda ise çıkış kapısı kilitliydi. Tava Thomas ve minho var gücüyle kapıya vurmaya başladılar. Winston ise beni zombilerden korumak için arkasına aldı ve zombilere hızlı hızlı ateş etmeye başladı.

   Kapı açıldı ama Winstonu zombiler karnından yaraladı. Ve sanırım şimdi tek isteğim buradan bir an önce çıkmaktı.  Hep birlikte sessiz bir yere sığındık ve sabahı beklemeye koyulduk.

***  

  Sabah aydinalnan ilk ışıklarla ilk Thomas kalkmıştı. Ve yanlış görmemiş olursa bir karga ile kavga ediyordu. Ve tam o sırada "bu kafayı mı bir taşa vurdu?" diye içimden geçirdim. Valla bazen bu salak komik olabiliyordu ve bende elimde olmadan gülmeye başladım. Sesimle birlikte tam dibimde bana sarılarak uyumuş olan minho gözlerini araladı. Dik bir pozisyona geçip esnedi.

Minho;
- bebeğim neye gülüyorsun?

Thomas; (sırıtarak)
- bana gülüyor sevgilin! Hehehe!

   Ve o an "sevgilin" lafı geçince kalbime bir yumruk yemiş gibi oldum. Kalbim bir anda çok acıdı.

- Thomas kuş ile didişiyor. Kafa buluyor kuşla! ona güldüm! (sessizce kıkırdadım)

    Minho yüzünde büyük bir gülümseme ile başını göğsüme yaslayıp tekrar uyku moduna geçmeye başladı. Bende otomatikmen elimi saçlarının arasında gezdirdim. Ama bu güzel anın içine eden Thomas gülerek konuştu.

Thomas;
- ooooffff minho gitmemiz gerek! Sen kızın koynuna girip uyuyorsun.

   Minho hiç oralı olmadı ancak Thomas haklıydı. Bir an önce çıkmamız gerekiyordu. Minhoyu dürterek kaldırdım üzerimden. O kalkarken yakasını tuttum ve hafif bir öpücük kondurdum dudaklarına. Bu harekerime karşılık o mükemmel gamzelerini ortaya çıkaracak bir gülümseme yaptı.

   Bizde hiç zaman kaybetmeden yola koyulduk. Uzun bir yürüyüşün ardından Winston dayanamadı ve uzanmak zorunda kaldı. Bizde onunla birlikte dinlenmeye başladık. Teresa ikide bir Winstona bakıp duruyordu. Ve kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu. Bu hareketi gözüme çok komik gelse de aklıma gelen şey ile kendime geldim. Sanırım onun zihni geri geliyrdu. Hm aslında bu da benim için iyi miydi ya da kötü müydü bilmiyorum? Tek isteğim burana çıkıp sağ kol'u bulmaktı.

   Thomas mal gibi etrafa bakınıyordu. Belki bir şey bulabilme ümidi ile. Biraz sonra ise teresa da ona katıldı.
Aralarında geçn konuşmayı duyamıyordum. Duymak için ya yanlarında olmam gerekiyordu ya da duymam için sihirli güçlere ihtiyacım olması gerekiyordu.

    Ama gerek yoktu ki? Ben zaten herşeyi biliyordum. Bu bana fazladan ego ekliyordu. Sanki hiç yokmuş gibi. Ya da çok umrumdaymış gibi.

   Ben bu düşünceler ile kafayı bozmuşken Winston silahı kendine sıkmaya çalıştı. Evet tava yetişti ve elinden aldı silahı fakat tava minhoya garip bir şekilde bakıyordu. Neden öyle baktığını son anlarda anladım. Bende jeton geç düşmüştü. Winstona en yakı duran kişi minhoydu ama Winston kendini öldürmeye  kalktığı anda elini bile sürmemiş sadece izliyordu. Gözlerinden çıkardığım sonuç ise şuydu.

Nefret.

    Belliydi hala Winstonun beni öpüşünü unutmamıştı. Bende Winstonu sevmiyordum o nedenle ancak kendini öldürmeye kalktığında ona engel olacak kadar vicdanım vardı. Ama minho da o vicdan yoktu. Sanki bana yaklaşan ve yavşayan herkezi öldürmeye ant içmiş gibi bakıyordu. Onun bu bakışları beni uçuruma sürüklüyordu. Minho çok tatlı fakat sinirlenince dünyayı elinde oynatacak bir güce sahipti. Bunun yanında asla elden kaybetmediği bir sakinliği vardı.  Bir yerde okumuştum.

"Sinir zayıflıktır."

"Kendini kontrol edebilme güçtür."

Fakat

"sakinlik ustalıktır."

    Ve minho bu işte ustaydı. Benim canımı yakan bir insanın kanını boşaltmadan rahat bir nefes alamaz gibi duruyordu.

    Bunlar bir yana Winston kendinden geçmişti. Kusmaya devam ediyor. Ve bize onu öldürmemiz için yalvarıyordu. Sinirden kafayı yiyecek olan minho ayağı kalktı. Tavanın elinden silahı alıp, köpeğin önüne yem atarmış gibi silahı Winstona fırlattı. Bana dönüp

Minho;
- gitmemiz gerek. Hava kararıyor. Acele edin.

   Ve kimseye söz hakkı vermeden yola koyuldu. Ben onun peşinden giderken yavaşlaması için sızlandım. Bana dönüp yumuşak bir ifade ile.

Minho;
- yorgun musun bebeğim?

    Başımı evet anlamında salladım. O da zaman kaybetmeden bir elini bacaklarıma diğer elini de koltuk altlarıma yerleştirerek beni kucağına aldı. Tam itiraz edecekken beni bakışlarıyla susturdu. Başımı onun omzuna yaslayıp gözlerimi kapattım.

***  

    Uyandığımda gece karanlıktı. Herkez uyumuştu. Biz ne ara buraya geldik diye sorguladım kendi kendime. Ben minhonun  koynunda iken beni ne kadar taşımıştı acaba? Winston yoktu. Belliki ölmüştü. Bunun doğruluğunu araştıracak havamda değildim. Gözlerimi kapattım. Ve nem kokusunu içime çektim.

Ne? Nem mi?

Hayır yağmur yaklaşıyordu! Gözlerimi bir çırpıda açarak uyanması umidi ile minhoyu dürtmeye başladım. Derin uykuda olacaklar ki dayanamayıp bağırdım.

- uyansanızaaaaa! !!

   Benim çığlığımla hepsi uyandı. Gözleri bize yaklaşan fırtınaya kaydı.

   Büyük bir fırtına bize doğru son sürat geliyordu.

  

Labirent Minho İle<3Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin