Şelale ve Parlayan Kılıç

9 2 0
                                    

Clayton'un beni sarsmasıyla uyandım. 

"Kapıdalar! Uyanın prenses, geldiler. Gitmeliyiz!"

Nerede olduğumu şaşırmış, olanlara anlam veremiyordum. Daha sonrasında dün neler olduğunu hatırladığımda panikle ayağa kalktım. Clayton hızlıca üstünü giyindi ve telaşlı bir şekilde etrafına bakınmaya başladı. 

"Çabuk, pencereden inmemiz gerek!" Pencere mi? Ben mi? Hayatta olmaz.

"Asla inmem ben oradan. Hem dışarıda değiller mi zaten? Görürler ki bizi."

"Arka tarafa bakıyor bu pencere, bizi tabii görecekler. Ama yetişebileceklerini sanmam."

   At sürmeyi pek bilmeyen biri için iddialı konuşuyordu. 

Ben nasıl yetişemeyeceklerini düşünürken kapının kırılma sesiyle Clayton'un beni kolumdan tutup pencereye ittirmesi bir olmuştu. "Atlasana!" bağırması hoşuma gitmese de peşimizde kraliyetin olması bu durumu önemsiz kıldı.

Bir hışımla pencereden atladım ve hemen atı bağlı olduğu yerden çözdüm. Bu sırada yukarıdan kavga sesleri gelirken Clayton bana atı getirmem için bağırdı. Atı tam pencerenin altına sürdüm ve ona atlamasını söyledim. Hiç düşünmeden bıraktı kendini. Zavallı atcağızın sırtı ağrımış olmalıydı.

Onlar bize pencereden bakarken atı koşturmaya, gözden kaybolmaya başlamıştık bile.  

 Yaklaşık iki saatlik bir koşuşturmadan sonra izimizi kaybettirmiştik. Bilmediğimiz bir yerdeydik, akarsu sesi geliyordu. Hem at hem de ben çok susamıştık, Clayton bir şey yapmıyordu zaten.  Biraz daha ilerledikten sonra bir şelale gördük. İnanılmazdı, aktığı yerde bir gökkuşağı oluşturmuştu. Havanın yeni yeni aydınlanmasıyla birlikte etraf iyice gözükür oldu. Büyüleyici bir yerdi burası. Daha önce nasıl gelmediğimi düşünürken Clayton'un bir şeyler mırıldandığını duydum. Yine kan revan içindeydi, bu çocuk hep böyle miydi yoksa benim etkim mi diye düşünmeden edemedim.

"Ne oldu yüzüne, acıyor mu?" Kan çoktan kurumuştu ama ben yeni fark ediyordum. Kendimi  biraz kötü hissettim.

"Kılıçları ile yaptılar, ama sadece küçük bir kesik." 

"Küçük bir kesik mi? Kan içindesin." Yüzünü şelaleden akan su ile yıkıyordu.

"Senin etrafındayken kan insanın yüzüne hücum ediyor." 

Ağzından öylesine çıkan bu cümle, kalbimde bir ritmin sekmesine neden olmuştu. Bu sefer kızaran  bendim. Konuyu hemen değiştirmek için "Şimdi planımız nedir?" diye sordum. 

"İzin ver dinleneyim. Sonra düşünürüz." 

Çimlerin üzerine uzanmıştı, ne kadar düşünmenin sırası olmayan bir şey olsa da o an yanına uzanıp onu seyretmek istedim. Ne oluyordu bana? Hayır aşık değilim. Gerçekten değilim. Kendime telkinler verdiğim bu saniyelerde şelalenin arkasında bir karartı gördüm. Panik yapmamaya çalışarak Clayton'a orayı işaret ettim. Bulunmuştuk. 

Clayton, " Üç dediğimde ata binip gideceksiniz majesteleri. İtiraz edemezsiniz." fısıldadı.

Onu orada bırakmak, özellikle de ona kılıçla tereddüt etmeden saldırmalarından sonra, pek aklıma yatan bir fikir değildi. O saymaya başladığında kendimi hazırlamak zorunda kaldım. Üçe geldiğinde koşarak atı çözmeye çalıştım. Clayton ise bıçağını çıkarıp şelalenin arkasında kim varsa kendini göstermesini istedi. 

  Sonunda çözmeyi başarabilip üstüne atlayacakken o kişinin ortaya çıkıp Clayton'a arbalet doğrulttuğunu gördüm. Tam bir ahlak karmaşası içindeydim: Ya kalıp Clayton'un yanında savaşacaktım ya da bir korkak gibi yani tam da olduğum prenses gibi kaçacaktım.

PEARL & KILICIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin