I. Bölüm [DÜZENLENMİŞ]

552 43 59
                                    

XVIII. Sone

Seni bir yaz gününe benzetmek mi, ne gezer?

Çok daha güzelsin sen, çok daha cana yakın:

Taze tomurcukları sert rüzgârlar örseler,

Kısacıktır süresi yeryüzünde bir yazın:

Işıldar göğün gözü, yakacak kadar sıcak,

Ve sık sık kararır da yaldız düşer yüzünden;

Her güzel, güzellikten er geç yoksun kalacak

Kader ya da varlığın bozulması yüzünden;

Ama hiç solmayacak sendeki ölümsüz yaz,

Güzelliğin yitmez ki, asla olmaz ki hurda;

Gölgesindesin diye ecel caka satamaz

Sen çağları aşarken bu ölmez satırlarda:

İnsanlar nefes alsın, gözler görsün, elverir,

Yaşadıkça şiirim, sana da hayat verir.*

- William Shakespeare


Kemal, masasında oturmuş önündeki boş kağıda bakıyordu. Yaklaşık yarım saattir kağıdın üzerindeki kusurları incelemekten başka hiçbir şey yapamamıştı. Kağıt uçlarından hafifçe kıvrılmış ve sararmıştı. Ne kadar eski olduğu belirsiz bir mürekkep lekesi sanki yüzüne gülüyordu. En son ne zaman kendisini tatmin eden bir şey yazdığını hatırlamıyordu bile. Cümleleri gözüne garip gözüküyor, her seferinde başka bir kelime kullanması gerekiyormuş gibi hissediyordu. Geçen gece tam 1 buçuk saat boyunca bir kelimenin eş anlamlısını aradıktan sonra öyle bir şeyin olmadığını fark etmişti. İstisnasız her gün masasına oturuyor, yazacak bir şey düşünüyor ama bulamıyordu. Sonrasında ise "Bugünlük bu kadar yeter." diyerek kalkıyordu oturduğu yerden.

Yine, her zamanki gibi, derin bir nefes alarak doğruldu. Kollarını ve bacaklarını esnetti. Ellerini beline koyarak masasına şöyle bir göz attı. Buruşturduğu kağıtları her tarafa dağıtmış, nasıl becerdiyse bir ara gaz lambasını devirmişti. Canını bu kadar sıkmasına rağmen neden hâlâ yazmaya devam ettiğini bilmiyordu. Bundan üç dört sene önce en az dört sayfa yazmadan masasının başından kalkmazdı. Belki de artık yazacak bir şeyim kalmamıştır, diye düşündü. Belki de herkes sadece yaşadığı kadar yazabiliyordur.

Yatağa uzandı. Elleri başının arkasında tavana baktı ama bakışları herhangi bir yere odaklanamadı. Yazar olarak geçirdiği yıllar boyunca alıştığı bir pozisyondu bu. Lakin son zamanlarda farklı hissettirmeye başlamıştı. Önemsiz. Boş.

Dile getirilememiş onca şeye bir yanıt gibi gözünden bir damla yaş süzüldü. Düşüncelerinin labirentinde kaybolmuş olduğundan ilk başta bunu fark etmedi. Gözyaşı çenesinden aşağıya doğru süzülürken arkasında alev alev yanan bir çizgi bırakıyordu. Sonunda gözyaşının varlığını fark ettiğinde onu silmedi. Sanki orada kalmasına izin vermek, kalbindeki acının fiziksel bir tezahürüydü, bir şekilde acısını daha gerçek kılıyordu.

Genç adamın aklına yeni anılar akın etti: Babasının onlara yıldızların altında kitap okuduğu, zengin sesinin geceyi uzak yerlerin ve cesur maceraların hikayeleriyle doldurduğu günler; mutfakta birlikte geçirdikleri, tüm aile için özenle hazırlanmış yemekler pişirdikleri zamanlar; Kemal ona yeni bir hikaye fikrinden bahsederken babasının derin ve içten gülüşü... Sebebi bilinmeyen bir hastalık babasını ellerinden almadan önceki zamanlara dönmeyi diledi. Onu, annesi ve kız kardeşine bakmak için yapayalnız bırakmadan önceye...

18. Sone [bxb] [DÜZENLENECEK]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin