Eski çağların soluk anıları arasında, imparatorlukların yıkıntıları üzerinde yükselen bir kasaba vardı. Bu kasaba, zamanın tozlu sayfalarında adı bile unutulmuş, ancak hikayeleri ve efsaneleri hala dilden dile dolaşan bir yerdi. Şehrin merkezinde, tarihin derinliklerinden fırlamış gibi duran, eski bir kahve dükkanı bulunuyordu. Dükkanın ahşap kapısı her açılışında, içerideki kahve çekirdeklerinin kavrulma kokusu, geçmişin ve geleceğin arasında bir köprü kurar gibi etrafa yayılırdı.
Gaia, okul eğitimini gördüğü kulübeden çıktıktan sonra, bu kahve dükkanına gider, kahvesini alır ve köşesine çekilerek, dersine çalışır veya kitap okurdu.
Günlerden bir gün, yine aynı şekilde kahvesini almak için bu dükkana gider ve siparişini verir. Kitabını okuduğu sırada, sarı saçları, ela gözleri ile gözlerine adeta, güneş misali gelen kızdan kahvesini alır. Gaia, o kadar zamandır bu dükkanda, bu kızla hiç karşılaşmamıştır. Konuşup, konuşmamak arasında kalır ve o an, kitabını okumaya karar verir.
Gaia, gözlerini, bir kıza bir de kitaba getiriyor, bir türlü dikkatini veremiyordu. Hava kararmaya yakın, kalkmaya karar verir ve kahvenin ücretini ödemek için ayağa kalkar. Genç kız, gülümseyerek Gaia'ya bakar. Genç kızın kokusu, kahve kokusu ile karışmıştır ve Gaia, bu genç kıza o günden sonra, ilgi duymaya başlamıştır.
Gaia, bir cesaret ile bu genç kıza, ismini sormaya karar verir. Genç kız ise bekleyen bu genç delikanlıya, çekinerek bakar. Genç delikanlının, bir şey soracağı belliydi ve kıvranıp duruyordu. Genç kızın bu hoşuna gitmiştir ancak tam o anda, kapı arkasından yaşlıca bir adam çıkarak kıza seslenir:
-Terra, hadi kızım sen evine gidebilirsin artık. Hava kararmaya başlıyor.
Yaşlı adam, kasa başında bekleyen genç delikanlıya, ciddi bir yüz ifadesi ile bakar. Gaia ise hızlı bir şekilde teşekkür ederek, dükkandan çıkar.
Gaia, dışarıda, genç kızın dışarı çıkmasını bekler ve beklerken kendi kendine konuşur:
-Beklemem doğru mu? Beni sapık sanabilir. En iyi, şüphe uyandırmadan gitmek. Yarın gelirsem, görebilir miyim? Ya göremezsem...
Gaia, tam o anda, dükkandan çıkan zil sesine kulak kesilir. Genç kız, kabanına sarılmış bir halde, omzuna aldığı çantası ile dükkandan çıkar.
Etrafta yürüyen askerler dolayısı ile genç kız, dikkatli olmaya çalışır, başını yerden kaldırmamaya özen gösterir. Gaia o an düşünür, böylesine güzel genç bir kızın, başı bağlıdır diye düşünür. Gaia, umutsuzluğa kapıldığı anda genç kızı bekleyen bir delikanlı daha vardır. Genç kız, o delikanlıya gülümser ve yoluna, birlikte devam ederler. Gaia, kolunun arasına sıkıştırdığı kitapları, eli ile sıkar ve bu duruma, canı çok sıkılır.
-Şansını kaybettin Gaia, ev yolu gözüktü desene.
Gaia, kalbi kırılmış bir şekilde evine döner. Yerde, yemek yiyen ailesini görünce, gülümser. Annesi, küçük kız kardeşi ve hayran olduğu babası, yemeğin başında Gaia'yı görünce gülümserler. Küçük kız kardeşi, koşarak, Gaia'ya sarılır. Gaia, kız kardeşinin, saçlarını okşayarak, birlikte yemeğe otururlar.
Ailesi ile geçirdiği zamanlar da Gaia'ya çok değerli gelir ve günlerinin nasıl geçtiğine dair konuşurlardı. Özellikle babasının bir savaş ustası olması, Gaia'ya daha değerli geliyor ve babasının neler yaptığını dinlemek hoşuna gidiyordu. Babası, Gaia'nın saçlarını karıştırarak:
-Yarın 18. Yaş günün. Bunu birlikte erkek erkeğe kutlayalım.
Gaia, heyecanla onayladı. Babası ile omuz omuza sarıldıktan sonra odasın geçti. Uzun bir gündü kendisi için ve aklına kahvede olan genç kız geldi. İsmi Terra idi. Arkasından tutturduğu sarı saçlarından, bukleleri belli oluyordu. Ela gözleri ise, yüzüne ayrı bir güzellik katmıştı kıza. Daha sonra Terra ile birlikte yürüyen genç adamı düşündü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eski Çağın Ruhu: İmparatorluğun Gölgesinde
General FictionEski bir çağda, imparatorlukların yıkıldığı ve krallıkların doğduğu bir dönem.. Genç Gaia'nın hayatı, bir kahve dükkanında, babasının dövüş sanatlarındaki ağır yenilgisiyle alt üst olur. Krallığın en güçlü savaşçıları tarafından alay konusu olan Gai...