Telefonu kontrol ettikten sonra tekrardan Minho'nun yanına bıraktı, dizlerini kendine çekerek oturmaya başladı, dizlerine yaslandı ve pencereden günün doğuşunu izledi. Saate baktığında saatin sabah altıya geldiğini görmüştü, hava artık dışarıyı tamamen görebileceği kadar aydınlıktı. Bir süre daha düşündükten sonra ayaklandı, üzerini değiştirerek odadan, ardından da evden ayrıldı. Evin yakınlarında olan sahile doğru yürümeye başladı. Dışarısı o kadar ıssızdı ki neredeyse kendi nefes alışverişlerini duyabiliyordu. Hava soğuktu ve rüzgârlıydı, dün ki yağmurun kalıntıları hâlâ dışarıdaydı, dalga sesleri en net şekilde duyulabiliyordu, tek bir insan sesi duymuyordu. Çok üşüyordu ama ellerini, yüzünü kapatarak bu soğuktan kaçmaya çalışmadı, aksine daha fazla üşümek istedi. Ortalığın bu kadar sessiz olması Jisung'u tedirgin etmeye başlamıştı ama dalga sesleri az da olsa onun rahatlamasına yardımcı oluyordu.
Denize yaklaştı, rüzgâr şiddetleniyordu. Denize baktı belli bir süre, dizlerinin üzerine oturdu sonra. Ellerini gözlerinin üzerinde bekletti kısa süreliğine, sonra tekrar yere koydu. Ağlamamak için öylesine direniyordu ki. Bakışlarını kaldırarak denize baktı, şiddetlenen rüzgâra dalgalar da eşlik ediyordu, gözlerini sahil boyunca gezdirdi, birilerini görmeye çalıştı ama kimse yoktu. Dalgalar onu ıslatacak kadar karaya vurduğunda biraz geri çekildi, birkaç dakika sonra tekrardan dalgalar sakinledi. Sessizliğin arasında birkaç ayak sesi duydu ama dönüp bakmadı, yanına bir çocuk oturduğunda ona baktı, saçları dağılmış, yanakları kızarmış, siyah saçları ve okyanustan farksız gözleri olan dünyalar tatlısı bir çocuktu. Çocuk gülümsedi ve elindeki papatyayı ona uzattı.
"Belki de bu mutlu olmanıza yardımcı olur."
Jisung şaşırdı ama küçük çocuğun elindeki papatyayı hemen aldı, sıkıca tuttu.
"Teşekkür ederim."
Çocuk ayağa kalkıp uzaklaştığında şaşkınlıkla elindeki papatyaya baktı, ağlayacak gibi hissetti, papatyayı okşadı, kokladı. Ağlamamak için uğraşsa da yapamadı ve gözyaşları ellerinin arasında tuttuğu papatyaya düşmeye başladığı zaman papatyayı uzaklaştırdı. Sessizce, kendisinin bile duymakta zorlandığı bir sesle ağlıyordu. Gözleri ağrıyana kadar ağladı, kendini sakinleştirmek için eli ile ağzını kapattı. Nefes nefese kalmıştı, nefeslerini düzenleyemiyordu, kalbi çarpıyor ve başı dönüyordu. Küçük bi' çocuğundankinden farksız bir şekilde hıçkırarak ağlamaya başladığında duramayacağını fark etti ve ağlamaya devam etti.
Sonunda sakinleşmeye başladığında ayağa kalktı, tekrardan evine doğru yürümeye başladı. Ağlaması durmasına rağmen elleri ve bacakları hâlâ titriyordu, yürümekte zorlandı, birkaç dakikalığına beklemek zorunda kaldı. Adeta elindeki papatyaya sarılarak yürümeye devam etti, eve girdiğinde Minho'nun çoktan uyandığını gördü.
"Neredeydin bebeğim?"
"Yürüdüm."
Minho Jisung'u süzüp elindeki papatyayı gördüğünde gözleri ile işaret ederek sordu.
"Kim verdi onu?"
"Sahildeki bi' çocuk."
"Yalan söyleme bana."
Minho sinirlenmeye başlamıştı, Jisung'un yalan söylediğini düşünüyordu hatta bundan emindi. Jisung Minho'nun ısrarları üzerine hâlâ reddetmeye devam edince Jisung'un üzerine yürüdü ve elindeki papatyayı sertçe çekti, "O zaman bunu çöpe atmamın bir sakıncası yok değil mi?" dedi ve bir saniye bile düşünmeden papatyayı çöpe attı.
Jisung ise sadace onun papatyayı çöpe atışını izledi, ne diyeceğini bilemeyerek konuştu.
"Neden?"
"Ne neden?"
"Sana bu kadar batan ne, ya da yalan söylediğimi düşünmeni sağlayan şey ne? Neden sana durduk yere yalan söyleyeyim, ya da neden birinden aldığım bi' papatyayı seninle yaşadığım evime getireyim? Sen bunları mantıklı buluyor musun?"
Bakışlarını kaçırarak düşündü Minho, uzun süre Minho'nun cevabını bekledi ama soruları cevapsız kalınca yatak odasına gitti tekrardan Jisung, yatağa oturarak ellerini yüzüne kapattı ve kendi kendine fısıldadı.
"Ahh, gerçekten sikeyim seni."
...
kufur, kotu soz, daha fazla kotu soz.