Aradan geçen iki hafta Minho'nun hayatına, sadece daha fazla yorgunluk katmıştı.
Bir de, Bang Chan'ı.
Chan, istisnasız her gün Minho'yu okuldan alıp eve bırakıyordu. Her zaman olmasa da, çoğu gün birlikte yemek yiyorlardı. Minho'daki değişim gözle görülür bir hale gelmişti, ilk gün ölü gibi gözüken omega sürekli gülüyordu. Yanında ona destek olan birinin olması omegaya iyi geliyor olmalıydı. Chan da bunu fark ettiğinden, bulduğu her fırsatta omeganın yanında bitiyordu. Birlikte geçirdikleri süre zarfınca bir sürü şey öğrenmişti Minho hakkında. Kişiliğini, eğitim hayatını, ailesi ile olan ilişkilerinin bir kısmını, hatta anne tarafının varlıklı bir soydan geldiği için eğitimli omegaların olduğunu ancak baba tarafından okuyan ilk ve tek omega olduğunu öğrenmişti mesela.
Aynı şekilde omega da Chan hakkında bir şeyler öğrenmişti. On beş yaşında Avusturalya'dan Kore'ye geldiğini, bir süre büyükannesiyle yaşadığını ve bu süre zarfınca annesiyle babasının onu bir kere bile görmeye gelmediğini; üniversite okurken sadece birkaç kere Avusturalya'ya gittiğini, şimdilerde de yalnızca telefonla görüştüklerini öğrenmişti. Bunlar Minho'ya çok tuhaf gelmişti. Minho ailesine, onlar da oğullarına çok bağlıydı. Asla bu kadar uzak kalamazlardı. Görünen o ki Chan'ın aile bağları bu kadar kuvvetli değildi.
Yine aklında alfayla ilgili binlerce düşüncelerinden biri gezinirken, söz de öğrencilere ne hakkında olduğu bile belli olmayan bir konuda bilgi vermek için yapılan saçma sapan konferanslardan birindeydi omega. Güya öğrencilerin sessizliğini sağlamak için buradaydı fakat hiçbir şey yapmıyor, zaten bu sıkıcı konuşmalardan bıkan çocukları biraz daha sıkboğaz etmek istemiyordu. Boş koltuklardan birine oturmuş, iyice arkasına yaklaşmış, ellerini karnında birleştirmiş şekilde oturuyordu.
Okulda kendi dedikodusunun döndüğünü biliyordu. Öğrenciler onu her gördüğünde birbirlerinin kulağına bir şeyler fısıldıyor, onun bir öğretmen olduğunu önemsemeden omegaya ondan iğrendiklerini tüm çıplaklığıyla ortaya döken bakışlar sunuyorlardı. Minho çok üzülüyordu buna. Öğrencilerinden tepki almak, öğretmenlerin verdikleri tepkilerden daha yaralayıcıydı.
Omzuna yerleşen el olmasaydı neredeyse uyuyacaktı sarışın. Bu yüzden baygın gözlerle baktı başında dikilen bedene. Hyunjin'i görmeye alıştığından, artık onun yüzü bakış açısına düştüğünde şaşırmıyordu. Siyah saçlı omega her daim yanındaydı, hatta geçen gün birlikte öğlen yemeğine çıkmışlardı. Tanrı aşkına, Hyunjin'in aşk konusundaki şanssızlıklarını bile dinlemişti Minho!
"Uyumak yok prenses," Sarışının omzunu ovaladı. "Zil çalacak şimdi."
"Çooook yorgunum..." Mayışık sesiyle harfleri uzatarak konuştu. Minho'nun son zamanlarda en sık kullandığı cümle bu olmalıydı. Sürekli yorgun olduğunu söyleyip duruyordu. Azıcık bile otursa hemen uykusu geliyordu. Bunun için artık ders anlatırken oturduğu beş dakikalık süreyi de kaldırmıştı. Tüm dersi ayaküstünde, sınıfı gezerek ya da sadece tahtanın önünde dikilerek geçiriyordu.
Yerinde dikleşti sarışın. Hâlâ omzunu okşayan elin varlığına gülümsedi bir süre, sonra ayağa kalktı. Minho'nun hiçbir şekilde dinlemediği konferans bitmiş olmalıydı, öğrenciler de yavaştan ayaklanmaya başlamıştı. Ki çok geçmeden herkes konferans salonunu boşaltmıştı.
Minho'nun bugünkü son dersi bitmişti. Yorgunluğunu acilen üstünden atması gerekiyordu çünkü eve gittiğinde yapması gereken işleri vardı. Ufak çaplı bir temizlik yapıp daha sonra akşam yemeği için alışverişe çıkmalıydı, günlerdir alışveriş yapmayı ertelediği için dolabı bomboştu. Kısacası bugün tembellik yapmak, uyumak yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
our baby, banginho
Fanficminho, terk edileceğini bilmiyordu. bilseydi arzularını dizginlemeyi bir şekilde başarırdı. ama bilmiyordu, olacakları öngörememişti ve şimdi içinde çoktan ilk altı haftasını tamamlamış bir yaşamı büyütüyordu... [omegaverse, mpreg]