Ailesiyle yaşadığı felaketin ertesi sabahı Junghwan, Haruto'nun onun için ayarladığı odasındaki yatağından mutsuz bir şekilde uzanıyordu. Dün gece doğru düzgün bir saat bile uyuyamamıştı. Geceyi yaşadığı şeylerle ve Doyoung'u düşünmekle geçirmişti. Bir de bazı yaraları arada sızlıyordu, tedavi için hastaneye gitmesi gerekiyordu ve yalnız başına gitmekten oldukça korkuyordu. Bu yüzden Haruto ona eşlik edecekti. Gel gör ki sadece yarım saatlik bir uykuyla nasıl dayanacağını bilmiyordu. Bir şekilde idare edecekti.
Gözlerini yeniden kapatıp uyumaya çalıştı. Kafası o kadar doluydu ki, zihni bir saniye bile düşünmeden duramıyordu. Artık düşünmekten, beyninin bu tür düşüncelerle dolmasından bıkmıştı. Sadece biraz dinlenmek istiyordu, biraz istirahat...
Çok geçmeden Haruto odasının kapısını çalıp içeri girdi. "Günaydın Hwan, uyandıysan hazırlanıp kahvaltı edip çıkalım."
Gram uyku uyumamış olan Junghwan yattığı yerden doğruldu ve başını salladı. "Geliyorum birazdan."
Arkadaşı odadan çıktıktan sonra giyinirken hep soruyordu kendine, ailesi neden bu kadar nefret ediyordu sanatsal şeylerden? Resim çizmenin onlara ne gibi bir zararı vardı? Zaman kaybı değildi, aksine çok iyi bir motivasyon kaynağıydı. Başkalarına anlatmaktan çekindiği şeyleri boyalarla ve kalemlerle kağıda, portere dökmenin nesi zararlıydı ki? Ailesi onun başarısız olmasından endişeliydi ama Junghwan hiçbir zaman resim yüzünden başarısızlığa düşmemişti, bu dönem yaşadığı düşüklük Doyoung yüzündendi... Ah, şu Kim Doyoung!
Suçu ona atamazdı kesinlikle, zarif dansçıya aşık olan kendisiydi ve nefsine hakim olmakta zorluk çektiği için şu an başına ne geliyorsa hepsinin sorumlusu kendisiydi. Biraz daha kendine hakim olabilseydi...
İki genç de sessiz bir şekilde kahvaltılarını ettikten sonra hastaneye gitmek üzere yola koyuldular. Haruto oldukça zengin bir ailenin çocuğuydu ve annesi ile babası boşanmıştı. Buna rağmen iki taraf da tek çocuklarına her türlü maddi desteği sağlıyorlardı. Liseyi Seul'de kazandığı için ona orada ev ve araba ayarlamışlardı. Koca şehirde tek başına yaşadığı ve biraz şımarıklığa batmış olduğu için Haruto, arkadaşlarını istediği her zaman evine davet edebiliyor, arabasıyla istediği yerlere götürebiliyordu. Çok geçmeden şoför onları hastaneye getirmişti bile.
"Haruto..." Junghwan fısıldar bir sesle konuştu. "Burası devlet hastanesi değil, özel hastane..."
"Evet, ne olmuş?" diye sordu Haruto gözlüklerini cebine koyarken. Junghwan mahçup bir şekilde konuştu.
"Zaten evinde kalıyorum, lütfen böyle bir-"
"Junghwan, bazen çok gereksiz laf yaptığını söylemiş miydim?" diyerek onu sırtından hafifçe itekleyerek hastaneye soktu Haruto. "Dostum, ben varken paranın hesabını hiçbir zaman yapmayalım, lütfen."
"Gerçekten gerek yoktu, teşekkür ederim ama-"
"Daha fazla itiraz edersen seni doktorun yanına dilsiz gönderirim. Dellendirme beni Hwan."
"Pekala... Teşekkürler, yine."
"Önemi yok güzel arkadaşım, işte şimdi aynı dilden konuşuyoruz."
Beraber iki arkadaş doktorun odasına ilerlerken Junghwan, bağcıklarının açık olduğunu fark edip bağlamak için eğildi. Ne zaman bunlarla dışarı çıksa bağcıkları istisnasız her zaman açılıyordu. Yeni bir ayakkabı alma zamanı gelmişti anlaşılan. Hızlı bir şekilde ayağa kalkarken birden biriyle çarpıştı.
"Ah- afedersiniz... Oh, dur bir dakika..."
Junghwan acıyan başını ovarken gözlerini açıp çarpıştığı kişiye baktı ve gözlerine inanamadı. Eğer halüsilasyon görmüyorsa şu an karşısında tüm güzelliği ve karizmatik havasıyla Kim Doyoung duruyordu... Siyah maskesi yüzünün yarısını kapatmıştı, tabi çenesine kadar indirmişti konuşurken.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Painter | Dohwan | TREASURE
Fiksi Penggemar"Dönerken rüzgarlarında izledim seni, kanatların olmadan döndüğün eşsiz ruhunla çizdim seni. Sen kim bilemezdin Doyoung ama ben sevdiğimi biliyorum seni." "Attığım her ritmik adımda, geliyor aklıma o güzel çizimlerin. Ne büyük usta, hayran etti ken...