5

124 19 4
                                    

Saat akşamın 7'si olmuştu. Uzandığım yatağımda oturur pozisyona gelmiştim. Ders çalışmayı bırakalı üç dakika olmuştu. Kitabı yatağın üstünden alıp çalışma masamın üstüne bıraktığımda telefonumdan bildirim sesi gelmişti.

Minho
Yarım saat sonra görüşürüz.

Üstten baktığım için cevap vermem gerekmemişti. Gidiceğim kesindi, biliyordu. Bu yüzden hiç gerek yoktu.

Yataktan kalktım ve üstümdeki sweati çıkartıp bi tane siyah tişört giydim. Altımdaki eşofmanı da grisiyle değiştirdikten sonra hazırdım. Yavaş yavaş yola çıkabilirdim.

Kulaklığımı ve telefonumu da aldıktan sonra dışarıya adımlamıştım. Hafif rüzgar açıktaki kollarıma vurarken ve kulağımdaki müzik notalarını arttırırken kendimi cennete gibi hissediyordum.

Yarım saatlik yolum bittiğinde oraya gelmiştim. Minho oturmuş, kafasını da geriye yaslamış beni bekliyordu. Huzurlu görünüyordu. Bir süre huzuruyla oynamadan uzaktan onu izledim.

Onda sanki farklı bir şeyler vardı, beni ilk gördüğünde kalbimi gördüğünü düşünüyordum çünkü ilk günden beri yanımdan ayrılmıyordu. Nazik bir şekilde yaklaşıyordu fakat nafile hissediyordum. İçimi açabilir miydim bilmiyordum.
Ona ne sorarsa doğruları söyliyecektim. Hastalığımı sorucaktı, nedenlerini sorucaktı. Her şeyi planlamıştım fakat sonra bütün planları bozup doğruları anlatmaya karar vermiştim, ölüceğim zamanlar yakınken bir de yalan söylemek istemiyordum.

Onu öylece izlerken sabahki düşmesinden kalma yaranın acısıyla kolunu tutmuştu ve benim olduğum tarafa bakmıştı. Kısa süre bana baktıktan sonra toparlanıp ayağa kalkmıştı.
Eliyle kaldırımı işaret etmişti.

Yanına adımlayıp gözterdiği yere oturmuştum. O da hemen yanıma oturduğunda biraz mesafe koymuştum aramıza. Anlamış olmalıydı ki yaklaşık yarım metre uzağıma gidip bana alan bırakmıştı.

Bir süre öylece birbirimize bakmıştık. Sadece bakışıyorduk, başka hiç bir şey değildi.
En sonunda gülerek konuşmuştu.

"Eee, bakma bittiyse konuşalım."
Kafamı sallamıştım.
"Kolun daha iyi mi? Pansuman iyi geldi mi?"
Dirseğine bakıp konuştu.
"Evet, daha iyi. Elin gerçekten hafif ama haksızlık."
"Ne haksızlık?"
"Sen benim yaralarımı sarabiliyorken benim saramamam."

Demek istediği fiziksel yaralar değildi, ruhsal yaralardı.
"Ne istiyorsan sorabiliceğini söylemiştim, istediğin yerden başla."
Kafasını sallamıştı.
"Normalde üstelemek istemiyorum ama merak ediyorum."
Kafamı salladığımda devam etti.

"Şimdi, AIDS olduğunu söylediğin şeylerden araştırarak buldum, bu yüzden bunu sormıycam. Ama, hastalığı nasıl kaptın?"
Bunu bana ilk defa birisi soruyordu. Annem ve babam öğrendikleri anda ortalık malı olarak görmüşlerdi beni.

Yine gözlerim dolmuştu, görmemesi için kafamı eğip konuşmuştum.
"Kan yoluyla, bi kazada yardımcı olmak istemiştim, o zaman pansuman yaptığım hasta da varmış."
"Peki, başka hangi yollarla bulaşıyor?"
"Cinsel yolla, öpüşerek ve kan yoluyla."

Kafasını sallayıp bir süre durmuştu. Hatta bir süre denemeyecek kadar uzun süre durmuştu.
Daha sonrasında tekrar sormaya başlamıştı.
"İlk duyduğunda ne hissetmiştin?"

Bir an o zamanlara gitmiştim. Doktordan çıkıp eve geldiğimizde annem ağlıyor, babamsa öfkeden deliye dönüyordu. Ben olayın farkında değildin, söylemişlerdi başta. Sonra, ilk dayağımı yemiştim babamdan. Sabaha kadar dövmüştü, beni ortalık malı olarak suçlamıştı. Sonra annem, annem de sormamıştı ne olduğunu. O da suçlamıştı beni, zaten tek yaptıkları buydu.

Serendipity/2minHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin