Göz, hoşuna gideni sever; akıl, kendisini anlayanı. Amma ruh, kendine benzeyenden başkasını sevmez demiş Şems-i Tebrizi.
Şehrazat ve Menderes'in birbirlerine duydukları sevgide esasında buradan kaynak alıyordu. Ne Menderes Şehrazat'ı güzel diye sevmişti ne de Şehrazat kendisini anladığı için Menderes'e gönül vermişti.
Aynıydılar onlar. İkisi de aileden yana yaralı, ikisi de yalnız ve biçareydi.
Onları bir araya getiren acılar ama yan yana kalmaya istekli yapan birbirlerine duydukları kuvvetli hislerdi.
Ancak bu hislerin içinde sadece aşk, sevgi, şefkat, minnet, merhamet yoktu. Bir de en bi kuvvetlisinden, hatta gittikçe artanından kıskançlık vardı.
Kıskanıyordu işte. Ötesi de berisi de yoktu. Evet Nilay'ın Menderes'e dair hiçbir yanlış davranışı yoktu. Mümkün mertebe yan yana gelmemeye çalışıyor, yan yana geldikleri vakitlerde ise isminin ardına eklediği abi kelimesinin üstüne kuvvetle bastırıyordu.
Bu anlarda Dilber Hanım ile kayınvalidesi'nin öfkeli bakışlarını net bir şekilde üstüne çekse de yapmaktan geri durmuyordu. Şehrazat, kızı çok defa ikaz ettiklerine hatta bir yerlerini iz bırakacak kadar burduklarına şahit olmuştu. Fakat Nilay hiçbirini umursamıyordu. Hatta birkaç gün önce Menderes için hazırladığı yemekleri dahi sabote etmişti. Teyzesi ve annesinden gizli bir şekilde hepsine fazla fazla tuz atıp, yiyilmeyecek hale getirmişti. Bununla da kalmamış, kaçma girişimlerinde bulunmuştu. Ne yazık ki başarılı olamamıştı.
İyi biriydi Nilay. Bu iyiliği Şehrazat'ın yüzüne çevrilen mahçup bakışlarından bile anlaşılıyordu. Fakat Şehrazat temkinliydi. Geçmişte iyi olduğuna hükmettiği insanlar canını yakmamış mıydı? Nereden bilecekti bunun güven kazanmak için tezgahlanmış bir oyun olmadığını? İşte bu yüzden gözlerini dört açmış ve kıskançlığına engel olmamıştı.
Elinde değildi. İnsanın nikahlı kocası hakkında böyle çirkin imalarda bulunuluyor olması fıttırmasına neden oluyordu.
Allah'tan Menderes yanındaydı. Bu çirkin planlara, imalı söz ve davranışlara prim vermiyordu.
Ama ne Şükran Hanımın ne de Dilber Hanımın bundan zerre anladığı yoktu.
Şehrazat da anlamıyordu. Vazgeçmeleri için daha ne yapmaları gerekiyordu. Yüzlerine karşı bağırıp çağırsalar pes ederler miydi?
Mümkünü yok etmezlerdi. Nilay'ın başı bağlanmadıkça bunların vazgeçecekleri yoktu. Neyse ki kendilerine bahane olarak öne sürdükleri düğün bu akşam yapılacaktı. Ondan sonra hep birlikte şehirdeki eve geçecekler ve Nilay ile annesi nihayet Ankara'daki evlerine geri dönecekti. Ama Şehrazat bu işin burda bitmeyeceğine emindi.
Son kez aynadaki yansımasına bakıp, düzgün görünüp görünmediğinden emin olmaya çalıştı. Üzerinde kırmızı renkte uzun bir elbise vardı. Yakası çok açık olmamakla beraber kare kesimdi. Elbisenin sol tarafındaysa dizinin birkaç santim üstüne kadar uzanan hoş bir yırtmaç vardı. Yürüdüğü vakitler fark ediliyordu. Kolları ise yarasa kol şeklinde olup, bileklerine kadar uzanıyordu.
Hoş görünüyordu. Halasıyla birlikte çıktıkları alışverişte elbiseyi görür görmez sevmiş fakat yırtmacı dolayısıyla almakta çekimser kalmıştı. Menderes kısıtlayıcı biri değildi. Onu giy bunu giyme gibi laflar edeceğini sanmıyordu. Ama bu Şehrazat'ın Menderes'in eşi olarak resmen insan içine çıktığı ilk andı. Bütün gözlerin onlara çevrileceği açıktı. Bununla kalmayıp, bir sürede haklarında konuşacaklardı. Bu nedenle elbisenin yırtmacından bir türlü emin olamamıştı. Fakat Zübeyde Hanım Şehrazat'ın tüm kararsızlığını görmezden gelip bu elbiseyi almış, kızına da yine aynı renk olan tülden bir elbiseyi uygun bulmuştu. Böylece anne kız aynı renklerin içine girmiş olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
GÖNLÜMDEKİ SAKLI DUA (GÜZEL SEVEN ADAMLAR SERİSİ 2)
RomanceKaderleri kesişen iki insanın kalplerinin birleşmesi an meselesidir... *** Tüm masalsı hikayeler bir varmış bir yokmuş ile başlardı. Ancak bu topraklarda tüm hikayeler kan ile başlar, kan ile son bulurdu. Bu yüzden babası, kızına Şehrazat adını ver...