california'dan kaçmış!

43 9 6
                                    

joji - dissolve.

Şeytanın kuyruğuna ya da bacağına çok benzeyen biriyle garip bir münasebetimiz oldu, planlıydı; bu esnada içim dışıma çıktı ve ben pişmanlığıma pişmanlık kattım. O münasebetin ve şeytanın çakma halinin elbette büyük bir parmağı var bunda. Soramadığım o kadar fazla şey vardı ki dönüş yolunda saçlarımı çekiştirirken kafa derimi yerinden sökecektim az kalsın. Ellerim çok üşümesine rağmen kendime kıyıp saçlarımı koparmak için uğraştım. Gün içinde de çift, belki üç belki dört belki de beş, kişilikli biri benimle uğraşmıştı zaten. Onun bıraktığı yerden devam ettim enkaza dönüşmeye.

Ekibe Jeno'nun böyle bir şey yaptığını söylemeliydim. Ama doğru anı yakalayamadım asla. Müzik grubu hepimizi kapsayacaktı ve durup dururken öyle çok parayı nereden çekip çıkarttığımı sorgulayacaklardı, biliyordum. Jeno'nun birkaç gündür neden gelmediğini hesaba katacaklardı, bir noktada benden şüpheleneceklerdi vesaire vesaire. Yemin etmiştim kendime, söyleyecektim. Yalnızca daha bir şeyleri içimde oturtamamıştım, acelesi yoktu ayrıca. Jeno ve benim -gizlice- buluştuğumuzu bilmeseler de olurdu.

Aslında olmazdı ama neyse.

Biz buluştuktan sonra iki ya da üç hafta göz kapatıp açıncaya kadar geçti. Birçok kez buluştuk ekiple. Sohbet grubumuz hala duruyordu aynı şekilde, Jeno da oradaydı, ama hiçbir buluşmaya gelmedi. Mark birkaç kez "iyi ki Jeno yok." dedi.

Hep Jeno'nun dövmecisi, güzide öğretmenlerimizden biri, Joohyun'u getirdiği ve genelde de oraya gittiğimiz kafeye gittik. Her gün, siktiğimin her günü kapıdan Jeno fırlayacak diye korktum. Sonradan gelmeye bayılırdı. Bilerek yapıyordu. Onu merak edelim istiyordu. Bize söylemeden geldiği çok olmazdı ama bilemezdik. Yine uçmuş bir şekilde dibimize çökebilirdi. Onu kafeye almayabilirlerdi o haldeyken, camdan gözlerimin içine bakarken kusardı. Bekliyordum ondan bu tür şeyleri. İğrenç herifin tekiydi.

Sonuç olarak gelmedi. Biz konuştuktan sonra ne kapıma uğradı ne de ekibin yanına. Aklımdansa ayrılmadı, endişem yükseldi de yükseldi. Beni nereye götüreceğini, tam olarak neden götüreceğini bilmiyordum. Aptal olduğum için doğru düzgün sormamıştım sormam gereken şeyleri ve bunun ceremesini çekiyordum. Jeno beni etkisi altına almıştı, kötü geliyordu işte bana.

Jeno'nun yaşadığımız mahallede dahi ortaya çıkmadığı bu dönemde Chenle'nun kedisi öldü. Yaşlıydı ve belliydi öleceği ama Chenle çok ağladı. Bu konu hakkında Jeno Chenle'ya teselli olmaya gelmediği için sinirlenmeli miydim yoksa artı bir kaos yaratmadığı için şükürlerimi mi sunmalıydım diye çok düşündüm. Nötr kalmada karar kıldım. Jeno'yu düşünmek istemiyordum ve kendimi ikna etmeliydim önce. Jeno olmadan da geçiyordu, geçebiliyordu günlerim. Onsuz hayat süperdi. Keşke baştan girmeseydi hayatıma. Çünkü bir yandan da onsuz olmuyordu. O yokken ama aklımdayken zordu. Varlığının fikri kaybolmalıydı benden.

Artık aralığın sonuna yaklaşmıştık. Zaman harbiden çok hızlı geçiyordu, okul başlayalı neredeyse üç ay olmuştu -aynı zamanda Jeno'nun delirmesinin üzerinden de bir o kadar süre geçmişti- ve bu sürede çok fazla şey değişmişti. Hayatım monotonluklardan oluşuyordu öncesinde, eminim artık. Jeno'nun iniş çıkışımı arttıran deprem dalgaları renk katmıştı bana, bize. Artık ışık hızına yaklaşmıştı zamanın hızı. İyi bir şey değildi bu. Her şey değişmeye mahkumdu, engelleyemiyordum da dalgalanmaları.

Chenle'nun evindeydik, taziyeye gelmiştik. Babaannesi ortalıklarda yoktu. Chenle'nun hislerine ve bulunduğumuz aya ters hava aşırı güneşliydi, tek bir bulut bile yoktu. Ve ben neden güneşli havayı mutlulukla bağdaştırdığımızın hala bilincinde değilim. Hava yağmurluyken çok mutlu olduğum zamanlar olmuştu. Yağmuru kasvete iliştirebileceğim bir olay yaşamamıştım belki de daha.

karınca california'da ot içiyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin