CALIFORNIA

40 7 15
                                    

green day - last ride in.

Durduramıyorum katil treni.

Kendimi suçlamak istemiyorum ama her şeyin güçsüzlüğümden kaynaklandığı pek aşikar. Bazı vukuatlar şimdiki olduğu gibi olmasaydı keşke diyorum, bunu hep diyorum. Hep keşke diyorum; oturuyorum keşke diyorum, kalkıyorum keşke diyorum. Pişmanlık duyuyorum. Sonra pişman olduğum için de pişman oluyorum. Böyle sikik bir döngünün içindeyim, ve döngülerden nefret ederim. Eğer hiçbir şey düzelmeyecekse dönüp dolaşmak ne işimize yarayacak? Yaramıyor. Ama yine de hayır diyemiyorum, elimde değil çünkü. Ben istemeden oluyor tamamına yakını.

Varlığımla var olduğunu dolaylı yoldan belli eden şeytanın kuyruğu, bela makinesi, baş belam, eski arkadaşım(?), Lee Jeno mudur nedir, bana bir kere "Lütfen kaybolma." dedi, orada bana bir dakika boyunca sarıldı, "Sana ihtiyacım var." da dedi, ve beni yumrukladı.

Aslında beni böyle ikileme sokmaktan ileri derecede zevk aldığına yemin edebilirim, deli olduğuna inanmaya başladım yavaştan da fakat samimiyetine kapı aralamaktan kendimi alamıyorum. Mazoşist falanım galiba.

Beni öyle saçma salak bir mekana getirmiş ki gözlerimi açamıyorum ışıktan, uyanalı da çok olmadı. İki katı kadar korkunç geliyor ışıklar. Gözlerim kamaşmaktan acıyor. Sesten kulaklarım patlayacak. Dairemsi bir deri koltuğun üzerindeyim. Direkler var, dansçılar var. Birileri poker oynuyor, müziğin arasından nasıl oluyorsa çıkarabiliyorum. Kalkmak istemiyorum ama. Görmek ve duymak istemiyorum bu şeyleri. Böyle masanın üstünü ve köşede oturduğumuz için gözüme yansıyan tek duvarı seyre dalmışken iyiyim.

Şimdi bu saatler tam bilgisayarımdan güzel (şüpheli) bir film bulup bir iki atıştırmalıkla yatağımda rahatlama zamanıydı. Annem ders çalışmamı söyleyip giderdi, göz devirirdim, gözlerim kapanırken filme odaklanmaya çalışırdım. Çoktan bitmiş cipsin dibini elimle sıyırırdım. Yarın yine erken kalkmak zorunda olmanın verdiği rahatsızlıkla ekibin sohbet grubuna bir bakıp uykuya dalardım.

Ama şimdi nerede konumlandığını hiç bilmediğim bir yerde zorla striptizcileri izliyorum, gözüm kaydı. İğrenç insanlar var içeride. İğrenç bir sosyete. Asla bulunmayı istemediğim bir yer. Buraya ait değilim.

Olmayacağım da.

İsmini söylemek istemediğim şahıs yanımda oturuyor. Koltuğun üzerinde mayışmış bir şekilde uzanırken zar zor kestirebildiğim gözleri tüm vücudumu süzüyor. Ona bakmama rağmen bakışlarını kaçırmıyor. Çok gıcık. Yüzüne bir tane çakasım var.

Konuşmak için fazla yorgun hissediyorum. Ses tellerim titriyor sanırım ama nefesim yetmiyor. Yine de denedim şansımı, az biraz fısıltıyla birkaç sözcük çıktı ağzımdan. Jeno'yu kötü etkileyecek her şeyi yapabilirdim ben bu nefretle zaten, şaşırmayın.

"Jeno." dedim ilk. Hemen yoruldum. Durdum biraz. "Götür beni buradan." İlk tepkisi gülümsemekti. Sinirlendim.

"Nereye?" Nefeslendim, biraz diklendim. Bana bakmıyordu, etrafı kolaçan ediyordu bakışlarıyla yalnızca.

"Burası olmayan herhangi bir yere."

"Başka mekan olur yani."

"Ağzını sikerim senin." Tısladım, yine güldü. AÇIKÇA gülsün diye dememiştim. Sinirlene sinirlene iyice kendime geldim, artık oturuyorum düzgünce. Olası bir durumda Jeno'ya yumruk atmam gerekebilir (gerekecek) -sinirden-, hazırda durmak fena plan değil.

"Sen harbiden beni zorla orospu yapabileceğini mi düşünüyorsun?"

Ağır bir nefes aldı. Aklından ne geçtiği hakkında en ufak bir fikrim bile olmadığından dikkatle suratını izledim, en iyi gözlemimi ancak bu şekilde elde edebilirdim çünkü. Gülümsüyordu, çok sinir bozucuydu. Dişlerini tek tek kökünden çıkardığımı hayal ediyordum ben kafamda, oysa yüzüm sinirden kasıldıkça daha çok genişletiyordu gülüşünü. Eğleniyordu, oynuyordu işte benimle. Elim kaşınmaya başladı uyandıktan sonra çok geçmeden, inanılmaz zor birisi.

karınca california'da ot içiyorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin