Elizabeth'in geçirmiş olduğu krizin ardından kendinden geçti. İki gün boyunca hastanede kaldı ve bugün taburcu oluyor. Daha önce bayıldığı zamanlar olsa da bu sefer bir şeylerin farklı olduğunu hissediyorum. Belki de anılarını anlatmayı tercih ettiği içindir. Hastanedeki odasının nerede olduğunu öğrendikten sonra kapıyı tıklatıp nazikçe içeri girdim. Yatağından doğrulmuştu ve tabana boş gözlerle bakıyordu. Geldiğimi fark etse de bir şey yapmadı. Aradan ne kadar süre geçti bilmiyorum ama beş dakikadan uzun olduğunu bildiğim bir ölüm sessizliğinin ardından şunu dedi.
"Öpüşmek istiyorum."
"Ne?!?"
"Bu zamana kadar neden öpüşmediğimi düşünüyordum. Nasıl bir şey acaba? Beni öpecek kişinin kadın olmasını bile umursamam."
"..."
"Merak etme, sana baktığımda bir iğrenme duygusu oluşuyor."
"Zaten böyle hissetmelisin aptal prenses!!!" dedim. Şu anda bile saçma şeyler düşünmeye devam etmesi sinir bozucuydu. Ben bunu dedikten sonra yüzü düştü.
"Artık 'prenses' demenin bir anlamı yok Jack."
"Farkındayım." şeklinde bir cevap verdim. Bu adımı nadiren söylediği anlardan biriydi. Ardından "Sen Gizli Prensessin. Bu adı kullanıyor olmasan bu kitaba nasıl 'Gizli Prensesin Maceraları' diyebiliriz ki? Devam edebileceğini düşünüyor musun Gizli Prenses?" dedim. Bana gülümseyerek şunları dedi.
"Merak etme yazar parçası. Bu işin zor kısmını atlattık. Kağıdını, kalemini her ihtimale karşı getirmişsindir. Bu yüzden taburcu olana kadar bir şeyler anlatmaya devam edebilirim. O yüzden Gizli Prenses olarak bana bir sosisli getirmeni emrediyorum!"
"Emredersiniz!"
"Bu arada..."
"Evet?"
"En başından beri... Her şey için teşekkürler... Abi..."
Bunu gören kardeşim benim çeliştiğimi söyleyecek ama... Bunu çok nadiren söylüyor...
Kafanızın karıştığına eminim. İçinizden bazıları ne dediğimi anlamaya çalıştığımı, bazılarınızın bunun gerçekliğini sorguladığını, bazılarının da buna bir "kurgu" olarak baktığını biliyorum. Kesin olduğunu bildiğim şeyler şuydu. O çukura atıldığım anda artık bir prenses değildim. Bu kitabın ismini benimsemeye daha o zamanlarda başlayacaktım. Bunun dışında ben bambaşka bir dünyanın içindeydim. Bulunmuş olduğum bu yerin isminin New York olduğunu henüz bilmiyordum. Kesin olan son şey ise bir paçavraya dönmüş elbisem, sol elimdeki gümüş tacım dışında hiçbir şeyimin olmamasıydı. Sağ elimle Güneş'i kapatarak bir gölge oluşturmaya ve etrafa bakınmaya çalışıyordum. Bu resmen Güneş'in bile bana düşman olduğu bir yer değildi. Neyin iyi olup olmadığını anlayamıyordum çünkü bir kör, bir sağır gibiydim.
Bunun ilk sebebi etrafımdaki insanların sayılarıydı. Ülkemde yaşayan insan sayısı taş çatlasa yüz bin filandır. Üstelik bu sınırı sarayın bulunduğu şehirle daraltınca ve benim halk ile olan kopukluğu da ekleyince, hayatımda karşılaştığım kişi sayısı şaşılacak derecede azdır. Doğal olarak bu dünyaya geldiğim ilk on dakikada görmüş olduğum o silik yüzlerin ne kadar farklı olduğunu anlayabiliyordum. Üstelik ilk defa bir Asyalı, ilk defa bir Afrikalı görüyordum. Bu kadar çok insanın tükettiği oksijen yüzünden sanki bana kalan karbondioksiti soluyor gibiydim. Bunun yüzünden az önce de dediğim gibi insanların yüzleri gözümde silik görünüyordu. Ayrıca etrafım sisle sarılmış gibiydi, görüş açım birkaç metreden öte değildi. Bunlar da yetmiyormuş gibi bu karbondioksitin berbat kokusunu da çekmek zorundaydım. Burnum bu dünyada iyi ve kötü olan tüm bu kokular yüzünden şaşkınlığa uğramış olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gizli Prensesin Maceraları
Jugendliteratur"Bu hikayedeki kişi ve kurumlar gerçeği yansıtmamaktadır. Yine de bu hikaye dünyada geçmekte. Peki ben kimim? Tüm bunları nasıl söyleyebilirim ki? Bu hikayenin kötü olduğunu kabul edebilirim ama kendimle ilgili en ufak bir eleştiriye bile katlanamam...