♩οκτώ

264 38 25
                                    

"Sahtekar! Şerefsiz! Madem onu seviyordun, benimle neden oynadın?!"

Songhwa, Jisung'u arayıp tüm olanları anlattıktan sonra olmuştu tüm bunlar. Jisung koşa koşa Minho'nun yanına gitmiş, ağzına gelen her şeyi saymıştı.
Yarın yokmuşcasına nefret ediyordu artık bu pislikten.

Bir bez bebek misali oynanmış, hareketlerine ve düşüncelerine yön verilmiş, resmen ayakta uyutulmuştu.

Kuklaydı. Bir kukla. Minho'nun biricik kuklası. Minho'nun herkesten günahlarının en büyüğü olarak sakladığı bir kukla idi sadece.

Yunanca'da "kuklamu" dediğinizde her ne kadar "benim güzelim" gibi anlamlar ortaya çıksa da şu an ne Yunanca konuşuyordu, ne de Minho'nun "güzel oğlanı" idi.

Her ne olursa olsun, durumu Minho'nun düzelteceğine inanırken ne olmuştu da böyle imkansız bir konuma saplanmışlardı? Minho onu her daim sevecekti, öyle kurmuştu kafasında. Ama deliler gibi ağlamaktan kan çanağına dönen gözleri ona yardımlarını sunmuyordu.

"Aptalın tekisin Minho! İradesini bile yönetemeyen bir aptal." Jisung sinirini her ne kadar bu şekilde ilkel bir yolla atmaya çalışsa da ağzından çıkan her bir kelimeyi kendisi söylüyor, kendisi dinliyordu. Zira, Minho onu dinlemiyordu bile.

En sonunda kendine hakim olmaktan sıkılmış bir vaziyette, söylediklerine kulak asmayan o aptal adamın suratına elinden geldiğince sert vurmuştu.

Bir tokat ile hıncını alamamış, ancak bir tokat daha atmaya yüreği el vermemişti. Tanrılar onu bağışlasın, attığı tokat gerçek bir nefretin simgesi değildi.

Minho sesini çıkarmadı, baştan aşağı suçluydu. Üstelik bir bebeğe bakamayacak vaziyetteyken böyle bir hata yapması hiç etik değildi. Baba olmaya hazır değildi.

Jisung'u seviyordu, Tanrı şahitti ya. Ama hislerini hiçe saymak zorundaydı. Doğmamış çocuğunu daha şimdiden babasız olarak büyütmek, her yıl babalar gününü çocukta travma bırakacak bir güne çevirmek işleyeceği en büyük günah olurdu.

Tamam, yapmıştı bir hata. Ama arkasında durması lazımdı.

Kırık tahta ayaklara dayanan bu ilişkide kurban giden kişi Jisung olmuştu. Kimsenin kocası değildi, onu baba yapacak bir çocuğu da yoktu. Sonuç olarak sadece sevdiği adamdan mahrum bırakılmış vaziyette öylece ölüp gidecekti.

"Han Jisung." dedi boğuk sesiyle, istemsiz bir şekilde. Ne diyeceğini bilmiyordu ama Jisung'u bir süre daha koynunda yatırmak, kolları arasında sarıp sarmalak, kokusunu doya doya içine çekmek istiyordu. Belki son kez öpmeliydi acısını dindiren o dudakları.

"Utanmaz! Neyine güvenerek-" sözünü yarıda kesen şey dudaklarının üzerine kapanan dudaklardı. Bir anlığına söyleyeceği cümlenin kalanını bile unutmuş, ancak kendine geldiğinde geri çekilmişti. Han Jisung, ilk kez bir öpüşmede kendisini geri çekiyordu.

"Jisung, beni dinle! Beni dinle! Yalvarırım ki beni dinle!" Sinir krizi geçiriyormuş gibi kafasını sallıyor, farkında dahi olmadan tırnaklarıyla kollarını çiziyordu. Kırmızı tonlarındaki eğimli çizgiler beyaz teninde tuhaf biz görüntüye yol açmıştı. Çok geçmeden de birkaç çizginin üstü kanlanmıştı. Jisung pek de umursamışa benzemiyordu.

"Şapkanı önüne koy ve düşün. Hatrım için o minik bebeği iyi büyüt."

Ve Jisung tüm geceyi tuvaletteki musluğun başında, dudağını parçalarcasına "temizlemekle" geçirdi.

----
klasik tr dizilerine benzedi off atcam simdi kendimi asagi aq

neuse kalani icin guzel planlarim var

VE BEN BU BOLUMDEKI BENZETMELERI FALAN COK SEVDIM NIYEYSE FAVORI BOLUMUM OLDU (kendim yazmamisim gibi devam)

want so bad, minsungHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin