dünyanın en saçma şeyi

205 16 18
                                    

"Anne, ben çıkıyorum."

Akşamın serinliğini ve geceyi parkta geçireceğimi hesaba katarak üzerime mevsimlik hırkamı geçirirken mutfaktaki anneme seslendim. Babam henüz kafedeydi, annem de abimin partide olmasını ve benim de dışarıya çıkacak olmamı fırsata çevirerek babamla kendisine yemek hazırlıyordu.

"Tamam, geçe kalma." dedikten sonra sanki bu sözüne aldırış edeceğimi, dinlemeyeceğimi bildiğini söylemişti. Zaten sürekli dışarıda vakit geçiren birisi değildim, çıkıyorsam da Seungmin veya Hyunjin'lerle çıkıyorduk. Çoğu buluşmamız da bizim kafede oluyordu. Her gün yaptığım bir şey olmadığından dolayı geç dönmemin çok üstünde durmazlardı.

Mutfağa yönelip Jeongin'in en sevdiği yerden aldığım mochileri yerleştirdiğim kabı alarak sırt çantama yerleştirdikten sonra ne yaptığımı anlamak için omzunun üzerinden bana bakan anneme yanaşıp belinden sarılarak yanağından öpmüştüm.

"Anahtarı kapıda bırakmayın yine de, dışarıda kalırım bak."

Geç geleceğimin sinyalini verdikten sonra bir şey demesine fırsat vermeden koşar adım mutfaktan çıkmıştım. Ayakkabılarımı ayakkabılıktan aldıktan hemen sonra kapıyı açmış, ayakkabılarımı giyip binadan çıkmıştım.

Jeongin'in kalmış olduğu yurdun hemen biraz ilerisindeki parkta buluşma kararı almıştık. Büyük ihtimalle mezuniyetten sonraki gün partisine kendisi yerine Chan hyung davet edildiğinden dolayı mutsuzdu ve haha, tabii ki oturup bana saatlerce dert yanacaktı.

Mezuniyet törenleri güzel geçmişti. Hep birlikte anlaşmış ve hepimiz takım elbise giyinmiştik. Tam kadro orada olmamıza karşın Felix'in 'sevdiceğinin' orada olmaması kendisine büyük ölçüde koymuştu, öyle söyledi. Mezuniyet törenlerinden sonra annemin ağlaması ve babamın onu sıkıca sarması sonucunda kepler atılmıştı. Takım elbiselerle rahat olamayız diye düşünmüş ve birlikte sahilde oturma planını sonraya bırakmıştık.

Kulaklığımı takıp bir şarkı açtıktan sonra parka doğru ilerlemeye başladım. Yurdu bizim eve yakındı, zaten yakın olduğundan dolayı bizim kafeye başvurmuştu.

Bana abime karşı hisleri olduğunu itiraf ettiği parka ilerlerken aslında bu parkı çok sevdiğimi bir kere daha anımsadım. Bu parka o kendini kötü hissettiğinde birlikte gider, bir şeyler içerdik. Ve o kafası hafif güzelleşmişken ona beni ne kadar kırdığını anlatır, yer yer onun omzunda ağlardım. Bir sonraki gün ikimiz de dün geceye dair hiçbir kelime söylemezdik. Bana abimle ilgili mevzuyu açtığı ilk gece ikimizin de kafası biraz iyiyken ona benim de onu sevdiğimi söylemiştim. Sabahında bu yaptığımdan delice utansam da o hiçbir şey hatırlamamıştı. İnsan bazı şeylere kör oluyordu, Jeongin de benim duygularıma karşı kördü. Bunu fırsata çevirip bu gibi gecelerde ona derdimi anlatmak içimin biraz soğumasına neden olurdu.

Parkın önüne geldiğimde her zaman oturduğumuz lambanın hemen altındaki o bank yine boştu. Sanki buraya gelip giden herkes bu banka bizim oturduğumuzu bilir, oraya gitmesek de onu bize ayırırdı. Jeongin henüz gelmediğinden banka oturduktan sonra sırt çantamı da çıkarıp dizlerime yerleştirdim. O gelene kadar bu kısa anın tadını çıkarmış, rüzgar tenimi okşarken müzik eşliğinde parka gelip giden insanların hayatlarına kısa süreliğine ortak olmuştum.

Havanın kararmış olmasına karşılık Jeongin'i parktan içeri geldiği an tanımıştım. Zaten onun da gözü direkt bulunduğum banka kaymıştı. Muhtemelen o da bu banka sürekli oturan ikilinin biz olduğunun farkındaydı. Bu minik detay kalbimin hızlanmasına neden olurken kulaklığımı çıkardım ve müziği durdurdum. Üzgün olduğunda yüzünün büründüğü şekil yine aynı yerinde dururken dizlerimin üzerindeki çantamı sıkıca tuttum. Bunu yapmazsam her an kalkıp ona sıkıca bir sarılma verecektim ve sevdiği adamın kardeşi olduğumu bana bir kere daha hatırlatacaktı.

latte macchiato [jeongsung]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin