Ne zaman öğreneceksiniz bilmiyorum ki
Evlerin yalnız eşyalardan yapılmadığını.Şükrü Erbaş
𐦍
Burada çok anısı vardı. Bazı yerlerde de olduğu gibi. Lakin buradaki anıları diğerlerine göre daha farklıydı. Canını acıtsa da gülümserdi mesela. Gençliğinde adım adım yürüdüğü sokaklar buradaydı. Eski halini, gerçek benliğini burada bırakmıştı sanki. Çünkü en son, ona şahitlik eden sokaklar buradaydı.
Eskiden her bir karışını ezbere bildiği o mahalledeydi. Hayatının belli bir döneminde babasının işi yüzünden taşındıkları ve ona göre hayatının en güzel anlarını yaşadığı bir mahalleydi burası. Güzel bir mahalleydi. Cidden güzeldi. Sokakları, evleri, dükkanları hepsi çok güzeldi; en önemlisi insanları güzeldi. Samimi bir yerdi. Yani o burada yaşarken öyleydi. Kaç sene öncesiydi? Düşündü ama hatırlayamadı bile.
Gülümseyerek ve etrafına bakarak yürümeye devam etti. Dik yokuşları vardı bu mahallenin. Yürürken yoran, çıkması zor, çoğu kişinin sevmediği ama o severdi. O zor olan çoğu şeyi severdi.
Arnavut kaldırımların olduğu sokaklar vardı, yeri onun için hep ayrıydı. Her seferinde düştüğü, dizini, kolunu, başını yardığı; yine de gülerek ayağa kalktığı sokaklar vardı.
Eskiden açılan her yaranın iyileşeceğine inanırdı.
Gülümsedi ama hüzünle gülümsedi. Buradaki her anısı geçmişte kalmıştı ne de olsa. Bir sene mi yaşamıştı burada? Sadece bir sene. Ona hayatının tümüyle kıyaslayabileceği bir sene gibi gelirdi. En dolu dolu geçen, en sevdiği, en gülümseyerek anımsadığı bir sene. 17 yaşının geçtiği, gençliği... buradaydı. Hâlâ bir yerlerde. Düştüğü arnavut kaldırımlar buradaydı ne de olsa. O, bir zamanlar buradaydı.
Buraya gelme sebebi belliydi. O davetiye gelmese uğramazdı buraya, bunu biliyordu. Demek evleniyordu. Sevindi. Aynı zamanda garip hissetti. Mahalleye seneler sonra geldiğim içindir diye düşündü. Büyümek hep garip bir eylemdi ne de olsa. Evlerin balkonlarında sakız sardunyaların olduğu sokaklarda yürümeye devam etti. Anımsamak istemediği her şeyi zihninde geri plana itti. Seviyordu burayı. Gülümseyerek hatırlamak istiyordu. Bu yüzden en çok anıları olan o kişiyi, anımsamamak için büyük çaba sarf etti. Başardığını sandı. Yanıldı.
Yine aynı sokağın, o köşesinden dönünce kalbinin eskisi gibi hızla çarpması onu biraz dumura uğrattı. Beklemiyordu böyle bir şeyi. Zihnini kandırabiliyordu ama sanırım kalbini kandıramıyordu. Tüm sokaklarını başını kaldıra kaldıra yürüdüğü bu mahallede ilk defa başını eğdi ve yürümeye ayaklarına bakarak devam etti. Biliyordu. Baksa o eve, hatırlayacaktı, biliyordu. Bakmadı. Yürüdü. Başını bir kere bile kaldırmadan, hâlâ yollarını ezbere bilmesine şaşırarak, o evin tam yanındaki eve, kalbindeki ağrının dinmesini dileyerek yürüdü.
Evin önüne geldi. Tam yanındaki ev, diye geçirdi içinden. Tam yanındaki. Anılarının olduğu, günlerinin geçtiği, onun yaşadığı ev; tam yanında. O eve bakmak isteyen tüm hücrelerine direndi. Göz bebekleriyle bir savaş verdi. Çok eskide kaldı diye düşündü. Ve savaşı kazandı. Yan eve bakmadı, anılarını kalbinde bıraktı, ve önünde dikildiği evin zilini çaldı.
Bakmadı oysa baksa anlayacaktı. Hâlâ bir yerlerde o hep vardı. Bakmadı çünkü görmek istemedi. Kırgınlıklarını çiğnemek istemedi. Kendinden bir daha bu kadar vazgeçemezdi. Zor toparlamıştı zaten.
Bu mahallede olan çoğu ev iki veya üç katlıydı. İstanbul'un sakin semtlerinden biriydi burası. Daha elit bir mahalleydi ona göre. Belki de bir Boğaziçi köyüydü sadece.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PİYALE
JugendliteraturPiyale, renklerini etrafına bulaştıran bir kadındı. Sevdi mi çok sever, nefret etti mi sana dair her şeyi dünyadan silecek kadar çok nefret ederdi. Bir gün Piyale'nin sevgisi nefretine karıştı. Piyale o gün ögrendi, az'ı. Bazen sadece araya giren za...