Gurbetteki Gelin Bölüm 12

39 0 0
                                    

Ahmet, Fransa'daki haklarımı öğrenmemi istemediği için beni 20 yıl boyunca eve kapatmıştı. Dil kursuna gitsem bile gözümün açılmaması için çalışmama izin vermemişti. Özgürlüğüm olmasın diye ehliyet de aldırmamış ve beni kameralar ile gözetlediği eve hapsetmişti. Şimdi kamera diye böyle okuduğunuzda "Kamera ne alaka?" diye kafanızda bir soru işareti belirebilir. Bizim evimizde salonda dış kapının olduğu yönü çeken bir kamera vardı. Oturma grubunu ve bilgisayarın olduğu yere dönüktü. Yani iş yerindeyken bilgisayarda olduğumu görebiliyordu. Bütün pencerelerde, bahçe kapısında ve dış kapıda sensörler vardı. Bütün bu kamera ve ses sensörleri Ahmet'in cep telefonuna bağlıydı. Çalıştığı gecelerde cep telefonundan beni izler kameradan seslenip bana ne yapmam gerektiğini söylerdi. Bilgisayar ekranın alt kısmından arada bir açılan bir pencere vardı. Bunun anlamı Ahmet'in bilgisayara bağlandığı ve benim nelerle ilgilendiğimi bakmasıydı. Telefonu aynı zamanda salonun panjurları ve ışıklarına da bağlıydı. İş yerindeyken ışığı kapatır ve bana "Git yat." diye komutlar verirdi. Ve ben senelerdir yaşadığım bu hayata alışmıştım. Anormal olan bu durum bana normal geliyordu. Meğer suçmuş, bilmiyordum. Ahmet'e henüz Türkiye'ye gitmeyeceğimi söylememiştim. Her gün derneğe diye evden çıkıyor, ablalarla birlikte ya sosyal hizmetlere ya da avukatlarla görüşmeye gidiyorduk. İlk gittiğim avukat, "İstanbul'da mı doğdunuz?" diye sordu. "Evet." dedim. "İstanbul gibi bir yeri bırakıp buraya mı geldiniz?" diye sordu alaycı bir şekilde. İnsan böyle zamanlarda gerçekten ne diyeceğini bilemiyor, çok haklıydı.

Bu arada Ahmet de boş durmuyordu. Kızımız Melike'yi her gün alışverişlere götürerek para ile onu kendi tarafına çekmeye çalışıyordu. Amacı, "Bak sensiz baba kız ne kadar iyiyiz." pozu vermekti. Kızımı asla eteğinin altına dize kadar tayt giydirmeden dışarıya çıkarmazdım. Göbek üstü giyinmek istediği tişörtler almamı isterdi. Bana göbeği açık şekilde giymeyeceğine söz verirdi ben de alırdım. Kızımızın yaşı küçük olduğu için asla makyaj yapmasına izin vermezdi. Bir keresinde bir düğüne gidecekken açık renkte hafif bir ruj sürmek istediğimde bile izin vermeyen Ahmet, kızımızı kozmetik reyonlarına götürüp ne isterse alabileceğini söyledi. 13 yaşındaki kız çocuğuna çeşit çeşit fondötenler, rimeller ve rujlar aldı. Omuzlarını açıkta bırakan kıyafetler ve kısa elbiseler aldı. Bir bakıma kızımın heves ettiği şeyler oluyordu.

Günler geçti ve Türkiye'ye gideceğimi zannettiği tarih yaklaşıyordu. Uçağa binebilmem için Covid testi yaptırmam ve negatif sonucu almam gerekiyordu. Test yaptırmak için laboratuvardan randevu almıştık. Randevu saati yaklaştığında dernekteki ablalardan birinin evinde keyif kahvesi içiyordum. Çünkü Ahmet Türkiye'ye gitmekten vazgeçtiğimi bilmiyordu ve "Randevu saati yaklaştı, neredesin?" diye mesaj gönderdi. Önce cevap vermedim. Sonra aradı ve telefonu açtım. "Randevu saati yaklaşıyor, neredesin?" diye sordu. "İşim var." dedim. Bir an evvel beni Türkiye'ye göndermeye çalışıyordu. Çünkü kalırsam gözümün açılmasından ve haklarımı öğrenmemden korkuyordu. Geçmiş olsun, her şeyi öğrenmiştim. "Türkiye'ye gitmiyorum." dedim. "Niye ne oldu, neredesin geleyim alayım bak daha vakit var. Yetişiriz." dedi panikli bir ses tonuyla. Telefonu kapadım. Arka arkaya aradı. Açmadım. Mesaj gönderdi, cevapsız bıraktım. 

Akşam üzeri eve geri geldim, salonda oturmuş beni bekliyordu. "Neredeydin?" diye sordu. "Seni ilgilendirmez." dedim. "Neden Türkiye'ye gitmekten vazgeçtin, ne güzel gidiyordun. Burada kalıp ne yapacaksın ki, burada kimsen yok." dedi. "Çocuklarım var, yeter." dedim. "Sen merak etme ben çocukları sana gönderirim, gelirler görürsün." dedi. "Hayır, burada kalıp daha fazla görebilirim." dedim. Bu sefer çirkinleşmeye başladı, "Para için mi kaldın, evi mi sattıracaksın?" diye bağırmaya başladı. "Avukatla görüştüm ve haklarımı öğrendim ama korkmana gerek yok çünkü hiçbir şey istemiyorum." dedim. "Şimdi böyle dersin, avukatla konuştukça vazgeçersin. Çok şey istetirler onlar sana. Bence Türkiye'ye dönmen senin için daha iyi, oradan sana istediğini veririm." dedi. "Hayır, kararımı verdim burada kalıyorum." dedim. O günden sonra Ahmet kıvranmaya başladı. Çünkü avukatın bana bir şeyler isteteceğinden emindi. Sonuçta haklarımı benden çok daha iyi biliyordu.

Görümcem Sevinç yeni bir ev yaptırmıştı ve boşta olan bir evi vardı. Ona mesaj göndererek o boş evinde kalıp kalamayacağımı sordum. Evinde elektrik ve su vardı. Ama bomboştu. "Benim için sorun yok ama Ahmet abim ne der bilmiyorum." dedi. Ahmet'e sordum, "Gerek yok burada kalabilirsin. Melike ile aynı odada kalırsın, idare ederiz." dedi. "Tamam." dedim. 

Dernekteki ablalardan birinin kızı bir tekstil firmasında çalışıyordu ve bana da iş ayarlayabileceklerini söyledi. Evlerine gittim şefiyle konuştuk. Ancak bir sorun vardı o da başımdaki örtü. Kesinlikle başımı açmayacağımı söyledim. "Size haber veririz." dediler. Sonra eve gittim ve akşamı ablalarla olan grubumuza bir mesaj geldi. Evine gittiğim ablanın Covid testi pozitif çıkmıştı ve haber veriyordu. "Tuğba çok özür dilerim kızım, vallahi Covid olduğumuzu bilmiyordum." dedi mahcup bir mesajla. "Olsun abla, ne yapalım. Senin canın sağ olsun." dedim.

Gruptaki ablanın covid testinin pozitif çıkmasının ardından kızıma, istersen salonda yatmasını ve benim de Covid olmuş olabileceğimi söyledim. "Anne gerek yok, zaten eninde sonunda yakalanacağız." dedi. Odadan gitmedi. Ahmet'e Covid testi yaptırması gerektiğini söyledim, beni dinlemedi. Ahmet, ertesi gün için hepimize randevu aldı. Çocuklar okulda olduğu için bizim randevumuzu daha erken bir saate almıştı. Randevu saatimiz gelince giyindim ve evden çıktım. Covid olduğumu bildiğim için otobüse de binmedim ve laboratuvara yağmur altında yürüyerek gittim. Oraya vardığımda Ahmet'i test sırasında beklerken gördüm. Hiçbir şey söylemeden sıraya geçtim. Kapıda bekleyen sağlık görevlisi soyadlarımız aynı olduğu için bizi birlikte içeri aldı. Hiç konuşmadan geçtik ve testlerimizi verip çıktık. Ben hiçbir şey söylemeden yine yürüyerek eve geri dönecektim. Bana bakarak gözüyle arabayı işaret etti. Eve bırakacakmış. Hiçbir şey demeden başımı çevirdim ve yağmur altında yürüyerek eve geri döndüm. 

O günden sonra semptomlarım daha da ortaya çıktı. Ateşleniyordum, terliyordum, ağrılarım vardı ve odadan çıkamıyordum. Artık tamamen Ahmet'in merhametine kalmıştım. Ahmet yemek hazırlayacaktı ve odanın kapısının önüne bir tabakta yemek bırakacaktı ve ben de içeri alıp karnımı doyuracaktım. Ama yapmadı. Neredeyse bütün gün saatlerce Ahmet'in keyfinin yetmesini ve bana yiyecek bir şeyler getirmesini bekliyordum. Dernekteki ablalardan çorba ve yemek getirenler oldu. Küçük su şişesiyle pekmez getirenler oldu. 

Bir gün bir tabak mercimek çorbası getirdi Ahmet. Yeni yeni yemek yapmayı öğreniyordu. Rondodan o kadar çok çekmişti ki mercimekler kum gibi olmuştu. Ağzımda kum gibi kıyır kıyır edince yiyemedim. Zaten covid olduğum için midem de bulanıyordu. 

Bir gün eczaneye gitmek için evden çıkmak zorunda kaldım ama artık yürümeye bile dermanım yoktu. Eczaneden dönerken kaldırım üzerine yığılıp kaldım. Gelen geçen bana bakıyordu. Covid salgını da olduğu için insanlar yaklaşmaya korkuyordu. Zor bela telefonumla aranan numaralardan ilk sırada kim varsa, onu aradım. Fadime'yi aramışım ama o da işte olduğu için Gamze ablaya haber vermiş. Çok geçmeden gelip beni yığıldığım yerden aldı ve eve bıraktı. Artık hiç hareket edemeden sadece yatıyordum. Yattığım yerde kilo vermiş ve iyice zayıflamıştım. 10 günlük karantinam bittikten sonra artık odadan çıkmıştım. Sabah olmuştu herkes uyuyordu ve karnımı doyurmak için mutfağa girdim. Önce bir çay suyu koydum ve çay demlenene kadar da kendime menemen yapmaya başladım. Ahmet uyanıp salona geldi ve durmadan bana söylendi durdu. "Niye gitmedin? Gitseydin kimse Covid olmazdı. Zaten onlar da Covid olduklarını biliyorlardı ve seni bile bile çağırdılar. Sen zaten para için kaldın. Benden para koparabilmek için kaldın, bu evi kaybetmek istemiyorum." deyip duruyordu ki, çıldırdım. "Ya hu sen kendini ne zannediyorsun? Senin yuvan yıkılmış, karını kaybetmişsin, oğlunu kaybetmişsin ve hâlâ ev derdindesin. Sen kendini Sinan abi gibi bankada milyonların falan mı var sanıyorsun? Fakir!" diye bağırdım. "Ne olursa olsun evi kaybetmek istemiyorum." deyince de, "Evi mezara götüremezsin, Ahmet." dedim. "Belli olmaz belki götürürüm." dediğinde ise; "Götüne sokarsan götürürsün!" diye bağırdım.

" dediğinde ise; "Götüne sokarsan götürürsün!" diye bağırdım

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.
Gurbetteki GelinHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin