Aelius, tek bir bakıştan doğdu ve tek bir bakışıyla irade kazandı.
Sıradan rüyalarımın aksine- son iki yılı göz önünde bulundurarak söylemeliyim, boşluklar hâricinde genel olarak rüyalarımın ana temeli ya romantizm ya da fantastik odaklı tuhaf, anlaşılması güç sahneler olur- görmüş olduğum o rüya benim adıma o kadar alışılmadıktı ki bugün bile hatırlıyorum, unutkanlığıma rağmen hafızamın bir köşesinden asla oradan ayrılmadı.
O gece yatmadan önce izlediğim korku filminin etkisinde kaldığım için mi yoksa Aelius'u yaratmak zorunda olduğumdan dolayı mı gördüm o rüyayı emin değilim. Birinci sebep mantık çevresinde daha olası, ikinci ise bir o kadar mantık dışı görünürken ben, itiraf etmeliyim ki mantığın sınırlarının dışına adım atarak ikinci nedene inanmayı tercih ediyorum.
Yürüdüğüm boşluğun bir noktasında çatırdayan zeminle birlikte kaçmaya başlasam da nihayetinde boylu boyunca çatlayan zeminle birlikte yerin altına düşerken gökyüzüne bakıyordum, beni kurtaracak birini bekliyordum sanırım, hatırlamıyorum ama on saniye önce bembeyaz olan her yer, ben yere düşerken karanlığa bulanmış gibiydi, dahası, karanlığın içindeki bir çift göz benim düşüşümü izlerken elini dâhi kıpırdatmıyordu.
Bu kurguda- ya da dünyada- yaşanacak her şey, onun ilk bakışından doğdu.
Aelius, iradesini tek bir bakışla kazandı.
Onun hakkında gördüğüm ikinci rüyaydı. O gece her zamanki gibi on-on bir sularında uyumak yerine altıncı bölümü bitirip kurgunun geçmişini oturtmam lazım diye plan yaptığımdan ötürü daha geç saatlere kalmıştım- zannediyorum ki dört ya da beş olmalı. Normalde uyandığım saatlerde hâlâ uyumamış olmanın getirdiği hafif bir uykusuzluk da vardı tabii...
"Sadece başımı destekleyeceğim, kesinlikle uyuyakalmayacağım." bahanesiyle kolumu başımın altına koyduktan sonra ne ara ya da ne zaman olduğunun farkında dâhi olamadığım bir anda uykuya daldım.
İkinci rüyada Aelius elinde, desenleri uğruna dört günümü harcayarak kendisine özel olarak dövdüğüm kılıcıyla beni öldürüyordu.
Bir şekilde, o rüyamda Aelius iradesini kazandı. Ya ben kendi ellerimle vermeye razı geldim ya da o söke söke aldı, nasıl olduğunu henüz bilmiyorum.
Rüyanın ertesi gününün öğle vakitlerine yaklaşırken dört köşeli jetonum sağ olsun artık anlamıştım: Ben Nemesis'in ta kendisiydim ama aynı zamanda Nemesis değildim. Yaptıklarımdan ve yapacaklarımdan hâlâ daha haberim yok. Ne kadar ileriye gideceğimin de farkında değilim, yazarak öğrenecektim.
Aelius beni bu yüzden öldürmüştü çünkü ben Nemesis olduğumun farkında değil iken o her şeyin farkındaydı.
Yılanın başını küçükken ezmek gerekir- ona aşıladığım düşünce yapısı buydu.
Kızgın değilim, tam tersine, bir kurgu yazabilmek için dünyalarına el atıp mahvetmişken, hayatını ölümsüzlükle sınayıp sevdiği kadının kaderine de ölümün damgasını basmışken beni öldürdü diye kızmaya, azarlamaya hakkım olduğunu hiç zannetmiyorum.
Kılıcı bedenimi delip geçerken kendimi savunmak uğruna karşılık verme cürretinde bulunduğumdan ötürü kendimi kötü hissediyorum, fakat nihayetinde onun kadar ben de hayatta kalma arzusunu taşıyordum, ne kadar yüzsüzce olsa bile.
Ve Anna...
Tek bir düşünceden doğdu, zaman zaman bazı şarkıların cümleleriyle kişiliği, zihniyeti gelişti. Benden, yenilgiye uğramış Nemesis'den tavsiye istenilecek olsaydı, sanırım... Terra Mater'den sonra bu kadına, bu varlığa dikkat edilmesini şiddetle önerirdim, belli bir görünümü olmamasının yanı sıra bir aslanın yırtıcılığını, vahşetini, öldürme arzusunu, bukalemunun adaptasyon yeteneğini taşıyor ve tilki kadar kurnazdır da.
Bu bir düşünce değil, bir gerçek.
"Tanrıdan dilerim ki, yüreklenen ve okuduğu kitap gibi geçici olarak canavarlaşan okur, bu kasvetli ve zehirli sayfaların ıssız bataklıklarında sarp ve yabanıl yolunu şaşırmadan bulur..."
- Comte De Lautremont, Maldoror'un Şarkıları.
~
Demek şatoma adım atmaya karar verdin... Dilerim, ikimizi de mutlu eden kararından pişman olmazsın ve unutma, tek seferliğine geçerli olan şatodan ayrılma hakkına şu andan itibaren sahipsin, ancak bahçemden ayrıldığın vakitte yaşamını ellerinin arasında tutuyor olacaksın, onu iyi koru zirâ ormanımın pek iyi korunduğunu söylemeden geçemem.
Göreceğin her şeye rağmen kalmayı seçersen birlikte karanlığın görkeminden bir masal yaratabiliriz.
Anthony Caturix Vaudemont, umarım ki dimâğında sevmekten katiyyen utanmadığın, günlük hayatında sevdiğini söylemekten çekinmediğin biri hâline gelir ve ciddiyetimle yazdığım ilk kurgum, mahvettiğim ilk dünya, insanlardan kaçarken sevdiği karakterin yanında olmasına dair bilincinin en derinlerinden arzu duyan yoldaşıma aittir.
Yani, sana.
Ben Vest. Öğrenme açlığının ve merakının karanlık kadar sonsuz olmasını dilerim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Şafağın Gardiyanı
VampireAçlık olsa semâlar yiyecek ve yağmur yağdırırdı. Yoksulluk olsa, toprak zenginliklerini gün yüzüne çıkarırdı. Mutsuzluk yayılsa gökler bizzat seslenirdi. Tek yasak şey cazibeye teslim olmaktı ama o yolun mührü çoktan açılmıştı. "Beraber yok olalım...