Jeongguk odasındaydı. Penceresinin önünde, gözlüğü burnunun üstüne yerleşmişti ve burnu neredeyse kapalı camına değiyordu. Bu odaklanmasının tek bir nedeni vardı, o da manzarası olan çilek tarlasında o tanıdık yüze rastlamaktı. Tartı yiyeli birkaç saat geçmişti. Bu birkaç saat boyunca ailesiyle konuşmuş, getirdiğinden beri açmadığı bilgisayarını sonunda açmış ve üstüne uğraştığı proje için birkaç araştırma yapmıştı. Kodu yarılanmış sayılırdı, içinde ufak hatalar ve üstüne daha detaylı bir şekilde düşünmesi gereken noktalar olduğunu biliyor olsa da ilk taslağın bitmesine az kalmıştı ve bu ona yeterdi.
Bu birkaç saat sonrasında ise evde olmaktan sıkıldığını fark etmişti. Güneş batmaya başlıyordu, bu da deniz kenarında koşup gününe ufak bir egzersiz eklemesini sağlayabilirdi.
Yine de bugün Taehyung'la konuşmayı çok istemişti. Bu yüzden buradaydı işte. Genelde yalnızca bilgisayarda çalışırken taktığı gözlüğünü takmıştı, uzun tutamlarını lastik tokasıyla bağlamıştı ve öylece tarlayı izliyordu.
Tarlada dolanan bir adam vardı. Üstünde mavi bir gömlek, altında krem rengi ve dizlerinde biten bir keten pantolon olan bir adam. Bu Taehyung'un komşularına bahsettiği babası olmalıydı. Yeşilliğin arasında öylece dolanıyordu ama koskoca tarlada tek başınaydı.
Jeongguk on dakikadır burada dikiliyordu. Artık pes etmesi gerektiğini düşündü, tam gözlüğünü kavrayıp çıkaracaktı ki gördü onu. Kıpkırmızı, yeşillerin arasında diğerlerine kıyasla biraz daha büyük bir çilek gibi sekerek dolaşan adama doğru ilerliyordu. Elinde ufak bir piknik sepeti vardı, Jeongguk bu mesafeden yalnızca bu kadarını seçebiliyordu ama yine de içinde bir kibrit çakmışçasına küçük bir sıcaklık belirmişti.
Yaptığının biraz garip olduğunu bilse de bir süre babasıyla konuşmasını izledi. Aynı komşusuyla konuştuğu gibi tatlı, sevecen bir şekilde konuşuyor olmalıydı. Jeongguk onu duyar gibi oldu, dudağının kenarı az da olsa yukarı kıvrıldı ve geriye doğru bir adım attı. Onu yakalayabilirdi, tarlaya gidebilirdi ama babası yüzünden biraz çekinmişti. Hem uzun saçları, dudağındaki piercingi ve omzuna dek uzanan dövmeleriyle Taehyung'un babasına pek iyi bir ilk izlenim vereceğini düşünmüyordu.
Bu yüzden pes etti ve evden çıkıp denize doğru adımlamaya başladı. Saçları hâlâ bağlıydı, üstünde hâlâ markete giderken giydiği beyaz seti vardı ve sahile geldiğinde güneşin denizle buluştuğu o çizgiyi birkaç saniye nefes almadan izledi.
Çok güzeldi. Turuncuydu, en dipteyse ufak bir kırmızı vardı ve gökyüzünün açık mavisiyle bu çok güzel bir uyum yakalamıştı. Hem güneş sonunda battığı için hava az da olsa serinlemiş, deniz kenarında olmanın da katkısıyla ufak bir esinti yüzüne çarpmıştı.
Jeongguk buraya geldiği için mutluydu. Seul'ü severdi, uzun binaları ve kirlenmiş havayı, kalabalık sokakları severdi. Gerçekten.
Ama burası da çok güzeldi. Seul'ün tam zıttıydı ve orada kazanamadığı her şeyi ona veriyormuş gibi hissediyordu. Kafası rahattı, huzurluydu ve... Ve Taehyung vardı. Seul'de kimse kalbini az da olsa çarptıramazken Kırmızı onu gördüğü andan itibaren aklını ele geçirmiş, bilgisayarına bulaşan bir virüs gibi aklının her bir köşesine yayılmıştı.
YOU ARE READING
burning red
Fanfictionyazan: taelantic prompt sahibi: vorania Taehyung'u sevmek kırmızıydı. Sattığı çileklerin, iltifat edildiğinde yanaklarının ve alnına dökülen, kirpiklerine çarpan tutamlarının kırmızısı. strangers to lovers