Yerküre dediğimiz bu geçici ikametgâhı derin bir hüzne kapılmadan seyretmek acaba mümkün mü? Nereden geldik? Nereye gidiyoruz?
Filibeli Ahmed Hilmi, A'mâk-ı Hayal
-
Soğuk suların soğukluğunda ölümün soğukluğunu anlamaya çalışıyorum. Tıpkı diyemiyorum, diyemiyoruz, diyemeyiz. Diyebilir miyiz ki? Bu anlama niyetiyle, kendimizi içinde bulduğumuz anlamsız çırpınışlara bir benzetme yapabilir miyiz? Titrek bir sokak lambasının yarın yanabilecek miyim diye korkarak titremesini izlerken, titreyerek anlamaya çalıştığım buzulları; ölümün karanlık doğuran ışığının altında usulca titrediğim lâkin nedeni korkudan mıdır bilmediğim, karışık ama bir o kadar da basit kılınmış Tanrı kompleksli varoluşsal sancılarla, sancılara gebe olduğum bir gecedeyim. Aslında bir hiçim ve kendime hiç diyebilecek kadar yüceyim. Ben yüce olabilecek kadar hiçim, ama bir yüce olarak, bir hiç olabilecek kadar yüce değilim. Hiç de kim? Hiç de ne? Eğer hiçlik hiç demekse, boş vermek mi var olan her şeyi; sanki her şey yok denemeyecek kadar hiççesine? Eğer öyleyse ben kimim? Ben hiç miyim? Eğer ben bir hiç değilsem bu boş vermişlik niye, sanki var olan hiçbir şey gerçek değilmişçesine? Delirmek mi bu yoksa var oluşum beni yalnızlığa mı sürüklemekte? Çok güzel olduğu için tüm tablolar arasında bile tek başıma bir duvarda beklemekte, değerim hayatımı kirletmekte. Değerli olduğumu ölçmeme yarayacak tek aletse, kendime ait olduğunu sandığım gürültülerimle, yaptığım ölçümlerin ederiyle, vardığım sonucun aynanın karşısındaki içi boş bir deney tüpünde. Özümde içi boş bir deney tüpü kadar değerliyim, aynada beni gören herkesin gözünde. Eğer ki aynadan bakmak değerli göstermiyorsa benliği, ellerime bakıp kendimi tanımaksa değeri veren asıl bilgi, hani ben hiççesine hayatı boş veren, değer kelimesini bile gerçek olmayan olarak sınıflandıran kişiydim; öyleyse bunları önemseyen, ölümü anlamayı bekleyen, yalnızlığından yakınan boş deney tüpünün içindeki hiçlik kimdi? Ben bana ait olduğum konusunda kendimle hemfikir hâlde miyim ki başkalarının fikirlerine hemfikir olmak ya da karşı durmak için çabalıyorum? Çabalıyorum, başaramıyor, başarabilmek için çoğalıyorum. Kendi içimde milyon parçaya bölünüp iki parçamla hemfikir hâle gelip yeni parçamı diğer benlerle örtüştürmek için milyon parçalara ayırıyorum. İzbe ve terk edilmiş hâlde zaman kadar karışık, susmuş ruhumun çekilmesini bekleyen denizlerin dalgasıyla bir şeyler anlatıldığını hayal edip, iki kelimeyi bir araya getirmeye çalışacak kadar deli ve acizim işte. Oysa farkında değilim, var oldu o denizler bile milyarlarca yağmur tanesinin tekerrür ederek bir araya gelmesiyle. Bense hâlâ kendi içimdeki sorularla kendimi kaybetmekte olup, kendimi kabul etmekten uzakta kalmış, zaman gibi susmuş, hayat gibi akıp giden hergele. Denizler gibi her sıcakta, yani her sınavda kendimden bir şeyleri kaybetmekteyim. Tıpkı kazandığım şeylerde, yeni benleri ben sayıp, sevip benleştirmemdeki aynı döngüyle. Beni benden koparan ve bana beni veren aslında canımı alan, kanımı akıtan bu döngüyse, bu döngü sevdiklerimi bana katıp benleştirmemse, sevdiklerim için toprak benden canımı mı istemekte?
-