Bölüm 3
Kalbim hızla çarpmaya ve içime büyük bir korku girmeye başladı. Gerginlikten zar zor konuşarak:
"Ne testi bu?" Diyebildim. Sayir iç çekti, suratına hafif gülümseyen bir ifade kondurdu. "Gidince göreceğiz." Dedi. Az önce halinden memnun değildi, şimdi ne oldu da gülümsüyor böyle? Oraya yine panterle mı gideceğiz acaba? Yoksa daha farklı şeylerle mi? Başıma ne gelecek?
"Ne ile gideceğiz oraya?" Dedim. " Yürüyerek gideceksin benim işim var. Olmazsa da panterle gitmeyecektik sürekli aynı şeyleri yaparsan sıkılırsın. Her şeyin vakti ve yaşı var." Tam ağzımı açıp bir şey diyecekken. " Hayır sana küçük biri, çocuk gibi veya aklını kullanamadığını söylemedim" Hiç bir şey diyemedim çünkü onu söyleyecektim. "Sarayın yolunu biliyor musun? Geçen sefer tek başına gelmiştin." O zaman nasıl gelmiştim bilmiyorum ama tekrar bunu yapamam eminim. "Hayır bilmiyorum." Dedim. Oraya gideceğim için korkuyordum kim bilir ne olacaktı.
Sayir ıslık çaldı, elinde bir kutu belirdi ve kutuyu açtı. İçinden kıvrımlı, uzun sarkan zarif incirleri olan ve küçük bir kelebek motifi olan çok güzel ve zarif bir küpe vardı. Kelebeklerin ortasında bir taş vardı. "Bunlar sana yolu gösterecek, çıkartma tamam mı?" Dedi Sayir ve bende başımı hafifçe tamam anlamında yukarı aşağı salladım. Küpeleri kulağıma taktı yavaş ve dikkatli bir şekilde. Kırılmaması için narin davranıyor gibiydi. Küpeleri takması bitince bir ayna çıkartıp bana verdi, küpelere baktım ve gülümsedim, güzellerdi. Başıma kötü şeyler de gelse hoşuma gidecek şeyler de oluyordu.
" Hadi yürümeye başla." Dedi Sayir. " Ama nasıl gidebilirim." dedim ama Sayir beni dinlemeden sözümü kesti." Bak." Dedi ve gözleriyle aynayı işaret etti. Baktığımda elimdeki aynadan küpelerin parladığını gördüm." Yürü, onlar sana yolu gösterecek." Dedi Sayir ve bende kafamı tamam anlamında salladım. Artık diretmeyecektim, yürümeye başladım etrafı inceleyerek. İki üç dakika kadar yürüdüm. Elime yerden kalın ve ucu sivri bir dal aldım. Bir saldırı olursa onu kullanacaktım. Bir işe yaramazdı belki ama tedbirsiz olmaktan iyidir diye düşünüyorum. Biraz daha yürüdüm, sanırım kaybolmuştum ama nasıl? Küpeler yardımcı olmadı mı? Tanıdık ağaçlar gördüm. Sanki Sayirin evine tesadüfen geldiğimde olan ağaçlara benziyordu. Bunlar diğerlerinden farklıydı ve biraz daha akılda tutulabilirdi.
Bir el omzuma dokundu ve refleks olarak arkamı dönüp dalı bir yerine saplayacakken Stan olduğunu fark edip son anda durdum. "Wow, Nora sakin ol! Ne yapıyorsun burada tek başına? Seni kim burada bıraktı?" Beni biri burada nasıl bıraksın zaten biriyle yaşamıyordum bile. Sürekli bekçilerimin mi olması gerek yani? Bunu biri mi istedi? "Sen nerden geldin, nereye gidiyorsun?" Dedim.
Sanırım her şeyi herkese dememem lazımdı, bu huyumu en azından burada bırakmam lazım. Burası tehlikeliydi ve ne zaman ne olacak bilmiyordum olabildiğince kaçacaktım sorudan.
" Soru karşısında soru ha, tamamdır. Bende bunun üstüne daha cevaplanabilir bir şey soracağım. En çok yağmur mu seversin kar mı?" Ne alaka şimdi? Bir an önce gitmek istiyordum çünkü burada gergin hissetmeye başladım." Kar." Dedim. " O zaman sana yağmur lazım ki sevmediğin şeyleri de sev, değil mi?" Dedi Stan. Bu adam niye böyleydi? Her şeyi sevmek zorunda değildim ki. Eğer bana bir zararı dokunmuyorsa onu sevmesem ne olacak? Yağmuru sevsem de sevmesem de yağıyor, çünkü gerekli. Ayrıca yağmuru sevmediğimi bile söylemedim, sadece seçim yaptım. Beni korkutmaya mı çalışıyor? Ama Sayirin tanıdığı biriyse bana zarar vermez diye düşünüyorum. Ama Sayirin bile bana zarar verip vermeyeceğini bilemem hemen güvenmemeliyim böyle olmaz.
" O zaman üç." Stan saymaya başladı, neyi sayıyordu? Yavaş yavaş kara bulutlar toplanmıştı. "iki..." Yağmur yağmaya başladı hafifçe. "Bir." Yağmur birden bardaktan boşalırcasına yağmaya başladı.
" Nasıl Nora? Eminim seveceksin." Dedi Stan." Yağmuru sevmediğimi söylemedim yağmuru zaten seviyordum, durdur şunu!" Dedim elimi yüzüme gelen suları yüzüme gelmemesi için yüzüme siper ederken. Bu adam cidden garipti bu kadar çok yağmur neden yağıyor? Yağmuru çok severim ve hep yağmur altında ıslanmaya çalışırdım, bünyemin alışık olması lazım. Ama bu sefer yağmur taşmış gibi çarpıyordu her yere. Can acıtıyordu ama dayanılırdı. Yine de saraya ıslak gitmek istemiyordum bu yüzden:
"Durdursana şunu!" Dedim. "Sakin ol sadece yağmur. Ama nereye gideceğine bağlı ıslanıp ıslanmaman." "Bunu öğrenmek için mi yaptın?" Dedim. " Hayır onun için yapmadım ama söylemen için bir fırsat olmuş oldu. Nereye?" Dedi Stan. Madem söylemem gerekiyor o zaman bazı şeyleri öğrensem iyi olacak. Kabul etmemesi olası ama umarım kabul eder, öğrenmek istiyorum artık.
" Önce bazı sorular soracağım ve nereye gittiğimi söyleyeceğim sende yağmuru durduracaksın." Dedim ve Stan kısa bir süre düşünüp tek kaşını havaya kaldırdı. “Soru sormak ve yağmurun bitmesini istiyorsun, karşılığında da ben nereye gittiğini öğreneceğim. Hiç adil değil ama Sayirin misafiri olduğun için kabul edeyim." Dedi Stan. " Madem Sayir dedin ondan bir soru sorayım. Neden rakun maskesi ile geziniyor ve hiç çıkartmıyor? Suratını niye gizliyor?" Dedim. Geldiğimden beri hiç suratını görmemiştim, suratında yara falan mı vardı?
"Hmm." Dedi ve bir süre bekledi düşünceli bir suratla. "Bilmiyorum. Bunu ona sormak lazım, ilk kim görürse sorsun o zaman olur mu?" Harika, çok yardımcı oldu bir de alay ediyor. Pekala sıradaki soruyu sorayım önceliğim başka şeyler. "Şu sihir numaraları nedir böyle?" Dedim. Burayı en büyüleyici yapan şey de buydu. Yağmur hâlâ aynı hızıyla devam ediyordu. Konuşurken duymak için sesli konuşmak zorundaydık.
"Herkes her şeyi yapabilir, çoğu her şeyi yani. Ama herkesin en iyi yaptığı bir iki özellik olur. Ya da sihir, büyü ne diye isimlendiriyorsan. Mesela Morin'i hatırlıyor musun?" Dedi Stan. "Evet şu şekil değiştiren çocuk." Dedim. "Evet öyle, onun da en iyi yaptığı şey kendini küçültüp büyütmek. Sayirin en iyi özelliğinin ne olduğunu biliyor musun? Bence bilmiyorsun bunları bana sorduğuna göre. Ama ne olduğunu söylemeyeceğim dikkat et, düşün, tahmin et ve bul." Dedi Stan. Ama nasıl bulabilirdim? Şu anlık ne olduğunu bilmiyordum ama sonra bulacaktım illaki. Bulmasam da kalsın daha farklı şeyleri bilmek istiyorum, “Neden buradayım?” gibi.
"Pekala son sorum. Birinin fısıldama, görünmez olma, bir yerlere yazı yazma gibi güçleri var mı?" Dedim gerilerek. Burası beni korkutuyordu, şimdi benim var dese çok garip olurdu, hemen kaçardım.
" Ne gibi yazı Nora? Detaylandır biraz" dedi Stan ve yağmur o kadar da şiddetli yağmamaya başladı.
"Mesela... Ele çıkan yazı kulağa gelen ses ve görünmez olan veya orayı görebilen birinin gücü gibi bir güç var mı?" Cümlemi bitirdiğimde yağmur durmuştu, kara bulutlar geri çekildi hava aydınlandı. Havadan kuş sürüsü geçiyordu ve sanki bir şekil yapıyorlardı. Ne zaman kuş sürüsü görsem yaptıkları şeyden bir anlam çıkarmaya çalışırdım ama bu sefer cidden bir şeyler yapıyor gibiydiler."Hmmm, pekala Nora. Hava da açtı sorularına cevap da aldın. Benim soruma cevap vermesen de olur, gitmeliyim." Son soruma niye bir şey demedi? Yüzündeki donuk ifade niye oluştu birden ve niye acelesi var böyle? Kuşlara tekrar gözüm kaydı ve gülen bir surat var gibiydi. "Son soruma cevap vermedin!" Diye seslendim arkasını dönüp hızlı hızlı yürüyen Stan'e. "Ne sorusu Nora? Hepsine cevap verdim, neyde bahsediyorsun?" Dedi anlam veremiyormuş gibi bir surat ifadesiyle. Gerçekten soru hakkında bir şey bilmiyor gibiydi ama duyduğuna yemin edebilirdim.
Suratında donuk bir ifade vardı. Nasıl olur da unuturdu? Üstelemeye gerek yok uzatmamalıyım. "Tamam bir şey yok. Madem cevap verdin, saraya gidiyordum." Çok fazla zorlarsam sadece kendi aklımı karıştırırım, bu konudan bir süreliğine vazgeçmeliyim. " Sende mi Nora? Gel beraber gidelim o halde ben de gidiyorum majesteleri çağırdı. Seni de çağırmıştır tabii ya nasıl anlamadım." Ben buralı değildim nasıl normal bir şey olabilir ki? Neyse beni götürecekse sorun etmemeliyim.
"Tamam olur. Belki daha çok sorularımın cevaplarını alırım, olmaz mı?" Stan yalancı ve ciddi bir şekilde "haha, görelim bakalım Nora Jozafin." Dedi. Yağmur bulutları tekrardan geldi ve yağmur yağmaya başladı." Hadi ama Stan, hani acelen vardı?" Dedim sitemle. Bu adamın derdi neydi böyle? Stan arkama bakıp endişeli bir şekilde." Bu ben değildim Nora." Dedi. Geriye baktığımda siyah bir sisin ormanın arka tarafını kapladığını gördüm. "Geride dur Nora ve hiç bir yere ayrılma sakın!" Dedi Stan ve önüme geçip cebine eline attı ve çıkarttıkça bir kılıç büyüdü ve savunmaya geçti.
Ne oluyor burada biri mi saldıracaktı? Ama neden, kim saldırısın ki! Stanin mi düşmanı? Ya da ben saraya geç kaldım diye mi? Ya da izinsiz burada yaşadığım için mi? Stanin yanına geçtim ve işe yaramayacak bile olsa yerden daha da kalın çıkıntılı ve ucu sivri bir dal alıp sertçe tuttum.
Stan yan gözle önce elimde ki sopaya, sonra bana baktı." O dalla bizi kurtarmak istiyorsan buyur önden Nora Jozafin. Ama dikkat et kurtardığın kişi düşmanın olmasın." Dedi ve arkada durmam için işaret verdi. "Arkada dur. Ya da her nerde duruyorsan oradan ayrılma yeter." Dedi Stan, ve bende hareket etmedim. Çok korkuyordum çünkü ne olacağı hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Kılıçla mı savaşacaklar yoksa büyü ile mi? Kılıcı büyü olarak da kullanabilirler herhalde. Veya okları vardır belki ama o zaman uzaktan ok atarlar bizde sis yüzünden görmeyiz. Ve bam!! Ölürüz, ne harika bir son böyle. Ama Stan bir şeyler biliyor gibi duruyor umarım biliyordur çünkü hâlâ korkuyorum. İsmim, soy ismim ile hitap etmesi de beni ayrı geriyor ve öylece durmak daha çok düşünce üretmeme ve muhtemelen istemsizce çığlık atacak duruma gelene kadar düşünmeme sebep olacaktı. "Stan, neyi bekliyoruz? kim geliyor? neler oluyor?" Dedim. "Saldırı. Yüksek ihtimalle öyle olmalı, yoksa bu gri sisi hiç bir şey açıklamıyor." Dedi Stan düz bir surat ifadesiyle. Durum ciddiydi sanırım ama kendimi savunmaya hazırım. Buradan kurtulunca -ölmezsek- bana da şu sihirlerden öğretsinler yoksa ölürüm burada. Yoksa beni geri göndermek için mi çağırdılar? Ben burayı sevmiştim. Tamam korkuyordum ama evimde her günüm normal geçiyordu ve burada küçücük bir şey olunca kaçacak değildim. Korksamda savaşmak istiyorum. En azından bir süre. Çok uzun bir süre. "Ama kim saldırıyor!?" Dedim. "Bak Nora normalde buralı olanlar birbiriyle savaşmaz bu yüzden herkes rahattır ve silah taşımaz. Şansın iyi ki bugün burayı savunan bir askere denk geldin. Ben diğer tarafla burayı savunanlardan biriyim ve savaşmayı unutmamak için hep yalancı savaşlar yaparız. Uzun süredir savaşmadım." Dedi Stan huzursuz bir şekilde. "Ne kadar uzun süredir?" Dedim. "15-16 yıldır, hâlâ gelmediler ve ne zaman gelirler bilmiyorum." "Kimler gelecek? Diğer taraf neresi ve niye savunuyordun?" Dedim. Kim bunlar kötü insanlar mı? Evreni ele geçirmeye mi çalışıyorlar? Ya da tahtı mı istiyorlar? "Her hikayenin bir düşmanı vardır, bunlar da belirli bir bölgede yaşayan 'gri sislerin' içinde ve çok iyi korunuyor. Yıllar önce ben daha küçükken saldırmışlardı. 14 mü 13 mü yaşındaydım hatırlamıyorum. Üç dört senedir burayı savunmak için çalışıyorduk yaşıtlarımla. Hep savunmak istemiştim ve istediğim işi yapıyordum küçük bile olsam. Sorun değildi benim için mutluydum ama o zamanlar ilk ve son defa saldırdılar ve kendilerini belli ettiler istedikleri şey ise..." Dedi Stan. "Taht mı? Yoksa birini mi? Özel bir taş mı var? Ya da büyülü büyük bir gücün saklı olduğu bir yer? Katliam mı istiyorlar? Yoksa Majestelerini mı!?" Dedim peş peşe Stan konuşmayınca. "Hayır Nora hiç biri değil. Maalesef ben henüz tam olarak bu bilgiyle erişemiyorum ama tahmin etmesi zor değil." Dedi Stan ve tam bir şey ekleyecekken bir ses geldi. Bir kadın sislerin arasında yavaş yavaş yürüyordu. Yüzünde gülümseme vardı ama hiç dostça değildi ve direkt olarak Stana bakıyordu. Saçları omzu ile çenesinin arasında omzuna yakın uzunlukta, turuncu saçlı, bazı alt tarafları ve hafif saç aralarında sarımsı beyaz geçişleri olan, çilli kâküllü, dümdüz saçlı bir kızdı ve gözleri kalemle boyanmış gibiydi. "Selam Stan, Beni hatırladın umarım. Hatırlamazsan da önemi yok, zavallıcık." Dedi kadın ve Stan’e döndüğümde şok olmuş ve donmuş bir surat ifadesiyle;
"Yezara?.. "dedi Stan. O kadar kısık sesle söylemişti ki zar zor anlamıştım. Kendi kendine konuşuyor gibiydi. Önceden de tanışıyorlardı demek ki kızın da tavrına bakılınca. Kadının gözleri birden bana kaydı ve afalladı. Şaşkınlığını gizleyemedi. "Sen...” Dedi duygulu bir sesle. Beni tanıyor falan mıydı? Yoksa Stan’i mi seviyordu? Ya da eski sevgilisi falan mıydı ve beni yeni sevgilisi falan mı sanmıştı? Daha neler babam yaşında adam! Ama öyleyse o sinirle beni yok eder. "Sadece arkadaşız, hatta arkadaş bile sayılmayız emin olabilirsin." dedim ve Stan hayret ve şaşkınlıkla bana bakarak. "Nora ne saçmalıyorsun? konuşma." Diye fısıldadı. Niye öyle bir şey demiştim? Halbuki demek istememiştim ne saçmalıyorum? Olayın ciddiyetini kavrayamıyorum.
Kadın gülmeye başladı ve." İnsanlar hiç değişmez değil mi? Ah ah, neyse yapacak bir şey yok, ama sadece senin hatırına penguen." Dedi ve hızlıca sisin içinde yok oldu. "Penguen de kim böyle? Takma adın mı?" Dedim. "Hayır değil. Her neyse hemen saraya gidelim yoksa zamanında orda olamayacağız. Zaten çok yol kalmadı hadi Nora." Dedi Stan ve hızlı hızlı yürümeye başladı. Bende arkasından yürüdüm ve elimdeki dalı sıkıca tutmaya devam ettim. Olanları hiç anlamamıştım ve de şimdi üstüne üstlük saraya gidiyordum ve "test" denen şeyle karşı karşıya olacaktım. Sessizce geçen bir iki dakika sonra saraya vardık ve görevliler Stan’i görünce kapıyı açtı içeriye girdik, yürümeye başladık. " Ben niye buraya çağırıldım, sebebi nedir? Beni gönderecekler mi? Buraya gelmemi istemediler sonuçta değil mi? Yoksa burada kalmak için test mi edileceğim? Bir de buradaki insanlar beni seviyor mu acaba?" Dedim. "Evet sen buradan dümdüz yürü yolun sonunda sola dön sonra sağa dön en büyük kapının önünde nereye gideceğini anlarsın. Ha bu arada, Kim bilir." dedi ve hızlıca gitti. Neye kim bilir dedi şimdi? Soruma mı? Ama hangisine? Neden doğru dürüst cevaplamıyor? Her neyse ben hemen gitmeliyim sanırım çok oyalandım. Dümdüz yürüdüm yavaş yavaş etrafımı inceleyerek. Bir tane kapıdan çıldırmış gibi bağıran bir kadın ve arkasından çarpıştığım kız çıktı telaşla." Bu hal de ne! Ben senden bunu istemedim!" Dedi kadın ve yanlarına gittim hemen. "Ne oluyor burada?" Dedim çarpıştığım kıza. "Bu kız her şeyi mahvetti! Majestelerinin yardımcısı olsa bile kimseye güvenmeyeceksin işte bu ne rezalet!" Dedi kadın. Olayın o kadar büyük olmadığını düşünüyordum. O kız bilerek hata yapmazdı, neydi bu gereksiz öfkenin sebebi?. " Dediklerinize dikkat edin hanımefendi, sorun nedir?" Dedim. Olaya karışmamam gerekirdi belki ama bu kıza karşı çok yakın hissediyordum. "Bu kızdan bir örtü istedim, oğlum beni ziyarete geliyor diye. O ne yaptı? Sizin oğlunuz iğrenç, bunları hak edecek biri değil, eşine yapmadığını bırakmadı ve pislik işler yaptı diyerek oğlumun eşine örtü yapmış! Düzgün yapsa yine de oğluma vereceğim ama çiçekli böcekli rengarenk yapmış! Beceriksiz, düşüncesiz, sana mı düştü insanları yargılamak" Dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. Büyük ihtimalle kadına çok üzülüp kadını mutlu etmek istedi. Adam ne yaptı bilmiyorum ama demek ki kötü biri ve bunu hak etmeyeceğine karar verdi. Bir de saraya suç atıyor, hiç korkmuyor mu? Majestelerinin duymayacağını falan mı zannediyor? Karışmamam lazım gerçekten ama haksızlığa gelemiyorum. O kız o hakaretleri hak etmedi.
" Merak etmeyin hanımefendi-" dediğim anda sözümü kesti ve; " Bana yardımcı olacak biri olduğunu biliyordum yetkili sensin herhalde. Öncelikle kendini adalet bakanı zanneden şu kızı kovdur ve işimi hallettir hadi canım benim." dedi omzuma dokunup gitmeye yeltenirken geri çekildim. İçimden geçeni diyebilirdim burası benim evrenim değildi, değil mi?
" Bu yanlış, gereksiz ve beyin belirtisi göstermeyen davranışınız yüzünden size hiç bir şey yapmamakla birlikte hemen yanımızda duran dürüst, güzel ve adaletli olan kız arkadaşımızdan özür dilemezseniz cezalarınız katlanacaktır. 'Sana neden inansınlar' diyecek olursanız her çalışanın üstünde olan ses dinleme cihazları ve kameralar yardımcı olacaktır hanımefendi. Burası alışveriş yapabileceğiniz bir yer mi bilmiyorum ama öyle olsa bile buranın bir saray olduğunu, yeri , göğü ve sizi bile yöneten insanların olduğunu unutmadan davranırsanız mutlu olur, ve iyi düşüncenizi düzgün kullanabilen günler dilerim." Dedim, kadının özür dilemeyeceğini ve diyecek bir şeyi de olmadığını görünce kafamı görürüz anlamında eğip, kızı da alarak yürümeye başladım. "Onu dinleme sakın, eminim sen iyi birisin ve eminim ki boş olan bir dedikoduya da inanmadın." Dedim. "Çok teşekkür ederim! Senin için ne yapabilirim lütfen söyle.” Dedi kız ve bende gülerek." Bir şey yapmana gerek yok karşılıklı olsun diye yapmadım. Ama adını alsam fena olmazdı." Dedim ve kız gülümsedi. "Adım Sofi." Dedi ve eğilerek selam verdi. Çok tatlı bir kızdı onu ilk gördüğüm andan beri çok sevmiştim. "Bende Nora, Sofi. Ne hoş bir isminiz var öyle." Dedim ve bende selam verdim ve yeniden güldüm. " Bu arada ben şu büyük kapılı olan yerin nerde olduğunu unuttum bana söyler misin?" Dedim. Nasıl unutmuştum bilmiyorum ama hafızam böyle şeylerde iyi değildir. Hep saçma şeyleri tutar." Tabii söylerim! Hatta bende oraya gidecektim hadi gidelim." Dedi ve yürümeye başladık. Sofi'nin birden suratı duruldu. "Nora bir şey söylemem gerekiyor sana geç olmadan." Dedi. Gerilmeye başlamıştım ne olmuştu? "Söyle." Dedim hemen. Tam konuşacakken biri seslendi. "Sofi! İnanmıyorum Nora!" Dedi Rakio ve yanımıza geldi. "Nora ne yapıyorsun burada sen henüz-“ bunu söylememesi gerekiyormuş gibi başka konu açtı. “Herkes her zaman güzel, ne müthiş değil mi ama kızlar! Her neyse hadi Sofi seni arıyordum bende." Dedi Rakio. Sanki bir şey diyecekti ama sonradan demekten vazgeçmiş gibi davranmıştı. Ama onların konuşmasını odaklandıkça aklımdan gitti. " Şimdi değil mi? Doğru üzgünüm. Nora benim gitmem lazım, bak sen şurada da gözüken yerden sola dön dümdüz yürü zaten bulursun, görüşürüz." dedi Sofi. " Tamam ama nereye gidiyorsunuz? Herkesin burada işi var değil mi benim aksime. Doğru görüşürüz o halde!" Dedim ve yürümeye başladım. Evet burada işsizdim ve bu yüzden burada kalmama izin vermezlerdi belki de. Ama bir dakika majestelerini görünce ona çalışmak istediğimi söylersem fikri değişir belki? Sola döndüm ve o balkonu gördüm. Sanki hiç acelem yokmuşçasına balkona doğru yürüyüp dışarıyı izleyip derin bir iç çektim. Bunu yapmak bana iyi geliyordu ama sebepsizce ağlamak istememe sebep oluyordu. Burası cidden çok güzeldi ama burada gerçekten kalmak istiyor muydum? Burada ne yapacaktım ki? Ne yapmaya çalışacağım onu bile bilmiyorum. Neyi çözüyorum kendi kendime herkesin işi yerinde ve benim katkımı buradaki çocuklar da yapar. Gücüm yok ve her seferinde Yezara denen kız gibi kolay kurtulamam hele bir dal parçası ile asla yapamam bunu. Biri bir şey söylüyor gibi bir fısıltı geldi ama alçaktı o yüzden anlayamadım. Kapılara doğru yaklaştım ve ses yeniden geldi.
‘Gitme, olan şeyi düzeltmek senin de görevin ne de olsa. Ve merakın seni boşluktan çıkaracak olan ne de olsa .Kendini bırak rüzgara bir tüy misali. Tıpkı eskiden yaptığın gibi...’ . İlk defa bu kadar uzun konuştu ve bu da ne böyle? Heyecen ve korku verici! "Tamamdır aklımdaki şizofreni ses! Kalıyorum çok ısrar ediyorsun ama dur ben unuturum bu dediğini, hemen yazayım." Çantamdan kalem ve kağıt buldum ve yazmaya başladım. " Gitme! Ne kadar dramatik değil mi?" Yazmaya devam ettim. "Of sonrası neydi!" " Ne yapıyorsun Nora?" Dedi çocuk kılığında ki Morin. "A... e... duruyorum ne yapayım! Sen ne yapıyorsun bu kılıkta? Önceki sefer kötü kandım sana ama bir daha yemem." Dedim ve Morin büyük haline geri döndü. " Ne derece delirmiş olduğunu çözmeye çalışacaktım ama konuşarak anlamak daha iyi. Son evrede. " Dedi ve öylece arkasını dönüp yürümeye başladı. " Ne son derece! Dalga mı geçiyorsun yoksa cidden mi!" Delirdim mi ben gerçekten? Olabilir aslında sesler, kendi kendine konuşup sevinme... Morin köşeyi dönmeden baktı ve klasik ifadesiz suratı ile. " Geç kalıyorsun." Dedi ve gitti. "Olamaz! Geç kaldım tabii of! Bir de beni burada işe almalarını isteyecektim.” Hızlı hızlı koştum kapıya doğru. Nefes nefese vardım kapıya ve biraz soluklandım. Kapının üstünde bir kağıt vardı. Stan nereye gideceğini anlarsın derken bu kağıttan mı bahsediyordu? Bu da ne böyle? Sarayın içi sulu boya gibi bir şeyle kocaman bir kağıda çizilmişti. Ama farklıydı koridorun bazı yerlerinde, duvarda, tavanda tatlı ve değişik şeyler vardı. Hayvan gibi ama değil, insan hiç değillerdi. Bazıları dümdüz duruyor, bazıları yatıyor ve bazıları ise baş aşağı duruyordu. Ne olduklarını asla anlayamıyordum hayalet falan olabilir miydi bilmiyorum ve bu düşünce beni pek de mutlu etmiyordu. Benim görmediğim varlıkların etrafta olması ve beni izlemesi hoş değil sanırım. Tabii onlar bizi görüyorsa hoş olmazdı ama sonuç olarak geziniyorlar değişik yani. Ellerimi yavaşça tablonun üzerinde geçirdim ve dokusunu hissetmeye çalıştım. Daha dikkatli bakınca dokunduğum yerlerin parladığını gördüm ve emin olmak için elimi kaldırıp tekrar koyup duruyordum.
"Evet parlıyor daha fazla yapmana gerek yok tabloya zarar gelmesin." Dedi Kate. Uzun zamandır görmüyordum onu bu yüzden şaşırmıştım. Ayrıca teşekkür edecek vakit de bulamamıştım sonuç olarak bana yardımcı olmuştu. Beni öylece bırakabilirdi de ama yapmadı, sert görünüyor olsa da iyi biri gibiydi. "Tamamdır ama üstünde ki şu şeyler de ne? Ayrıca ne çok tanıdığım kişiyle karşılaşıyorum." Dedim şaşkınlıkla. "Burası saray ve majestelerinin kapısının yakınlarında çok kişi olması normal. Tabloya da gelirsek sonra anlarsın şuan açıklasam da bir işe yaramaz. Sen niye buradasın?" Dedi Kate. "Beni test için çağırdılar bende hemen geldim." "Sayirle miydin?" "Evet, niye ki?" Dedim. "Ona demeden falan mı geldin?" "Hayır biliyor. Sadece işi olduğunu söyledi o yüzden gitti." "Her neyse majesteleri çağırdıysa ne bekliyorsun hadi." Dedi ve gözü küpelerime kaydı konuşurken de sürekli oraya bakıyordu." O küpeleri nerden buldun buraya geldiğinde yoktu, ki olamaz da buraya ait oldukları belli." Dedi Kate. "Sayir vermişti kaybolmamam için bana yol gösteriyormuş." Dedim ve Kate güldü." Öyle mi söyledi? Kesinlikle o işe yaramıyor o küpe. Yardıma ihtiyacın olunca o küpeyle yardım çağırıyorsun." Dedi Kate. "Nasıl yardım çağıracağım ki Sayir bir şey söylemedi. Ayrıca niye öyle dedi öyle değilse? Ve yolu bana göstermediyse ben yolu nasıl buldum?" " Bunu da ona sorarsın artık gidiyorum ben görüşürüz." Dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı. " Hoşça kal!" Dedim ve tekrar resme döndüm. Şimdi buradan ne çıkartmam gerekiyor hâlâ anlamıyorum. Resmi incelemeye devam ettim ve kuşa benzer bir şey gördüm. Eğer kuşun nereye gittiğini izlersem buradan sağa dönüp ikinci aradan sola dönemem gerekiyor ve orda kuş bitiyor. Ama bunu unutma ihtimalim vardı o yüzden not etmeliyim. Not kağıdımı açtım ve nereye gideceğimi not ettim. Kağıdı cebime koyarken Y'li kağıdı gördüm ve elime aldım. Bu neydi şimdi anılarımın arasında anlamıyorum. Majestelerini görünce o anıların ne olduğunu sormam lazım ve gizlice Y'yi de soracağım fazla kişinin bilmesini istemiyorum elimle çıkan yazıları ve duyduğum sesleri. Sağa döndüm ve yürümeye başladım heyecanlanmaya başlamıştım ne testi olduğuna dair kimse bir şey dememişti. Biraz yürüdükten sonra ikinci aradan sola döndüm ve yürümeye devam ettim. Yolun sonunda kuşun durduğu kapı vardı ve kapıyı açmak için elimi kapıya attım ama hemen açamadım. Çok heyecanlıydım ne olacağını bilmiyordum umarım kötü bir şey olmazdı. Kapıyı yavaşça araladım ve sonra tamamen açtım. O kadar büyüktü ki hayatımda bu kadar büyük bir odayı hayal bile etmemiştim. Sağ ve sol tarafı uzun bir mesafeye kadar perde ile örtünmüştü. Odanın en sonunda orta tarafta birileri oturuyor gibi duruyordu ama göremiyordum. Oraya doğru yürümeye başladım ama kısa süreceğini düşünmüyordum çünkü uzaktı. Yaklaştıkça orda bir sahne gibi bir şey olduğunu gördüm. Niye bu kadar büyüktü ve neden sahnenin, sağ ve sol tarafını kaplayan uzunca perdeler vardı anlamıyorum. Ne testi olacak acaba? Ne olacağını düşündükçe geriliyorum. Burası hakkında sorular mı? Ya da fiziksel bir sınav ya da sihir mi! Ama benim ne sihirli şeylerim var ne de güçlerim. Ya işkence yapılıyorsa bir şeyi yanlış yaptığım anda perdelerin içinde? Ya biri beni kaçırdıysa ve ben delirdiysem? Beni kaçıran kişi organlarımı çıkarmak üzereyse!? Olamaz olamaz. Tamam düşünme işini durdurmam gerekiyor. Derin bir iç çektim ve sadece o sahneye yaklaşmaya odaklandım. Etrafı detaylı incelemeye çalışırken sahneye yaklaştığımı gördüm. Perdenin önüne bir şey çekildi ve etraf kapkaranlık oldu. Aşırı geriliyordum ne olduğu hakkında hiç bir fikrim yoktu. Aniden sahnenin bir noktasına ışıklar toplandı ve yan durmuş şapka ve takım elbise giyen eli şapkasında ve şapkasını yüzünü kapatmak için kullanan birini gördüm. Şapkasını kaldırdı ve normalde taktığı maskeden daha değişik bir maske takan dudaklarının daha çok gözüktüğü bir maske takmış Sayir, " Bayanlar , baylar varsa gençler ve küçük çocuklar. Bugün test yapılacak olan Nora Jozafin aldı kişinin testine dahil olmak için buradasınız. Geldiğiniz ve ilgilendiğiniz için teşekkür eder minnetlerimizi sunarız ve günün geri kalanını değerli majestelerine bırakıyoruz." Dedi ve ben fark etmeden açılmış olan perdeden alkış sesleri yükseldi. Işıklar açıldı ve Sayir sahneden inip yanıma geldi. "Nasıl konuştum, güzel miydi?" Dedi Sayir. "Ne testi olacağım söyler misin artık?" Dedim. Sayir ellerini omzuma koydu ve beni arkama döndürerek yürümemi sağladı ve biz yürürken bir yandan da konuşuyordu. " Maalesef. Seni bir yere götüreceğim orda seni giydirecekler ve ceketimi de oraya bırakacaksın çünkü çok ağır, anlaştık mı?" Sayirin yüzünün alt kısmını bu kadar fazla ilk defa görüyordum. Dudakları çok simetrik ve doğal duruyordu. Çenesi de öyle duruyordu ama sanki farklı bir havası var. Sanki farklı bir şey çağrıştırıyor. "Hanımefendi Nora? Dinliyor musunuz acaba?" Düşüncelere daldığımı yeni fark ettim ama sanki bir şey olmamış gibi davrandım." Evet dinliyorum evet tamam." Dedim ne dediği hakkında en ufak bir fikrim bile olmamasına rağmen. Perdeler tekrar kapanmıştı ve Sayir beni kapalı perdelerin arasından soktu ve yürüdük. Nasıl olduğunu anlamadan kıyafet mağazası gibi bir yere geldiğimizi fark ettim. "Bu genç hanımefendiye istediği tarzı bulmasında yardımcı olabilir misiniz?" Dedi Sayir. "Tabii ki oluruz!" Dedi çalışanlar. Sayir ceketini bana verdi ve anlamamış bir surat ifadesiyle, " Niye bana veriyorsun?" Dedim. "Hafızan çok kuvvetli senin de. Kadınlara verirsin içeri gidince benim gitmem gerekiyor işin bitince burada biri olur seni almak için." Dedi Sayir ve tam arkasını dönüp gidecekken seslendim." Bu küpeler bana yol gösteriyormuş niye demedin? Ayrıca tehlike anında nasıl kullanacağımı da öğretmedin! Nasıl korunacaktım acaba?" Dedim. "Sen zaten yolu biliyordun ama farkında değildin o yüzden öyle dedim. Onu korunman için değil yerini öğrenebilmek için verdim sana. Korunmaya gerek yok koruma olarak biz varız zaten. Şimdi gidiyorum başka soru olmadığını varsayarsak. Olsa da sonra cevaplayacağım boşuna sorma." Dedi ve arkasını dönüp hızlıca perdenin arasında kaybolana kadar yürüdüğünü gördüm. Biz de kim? Bir iç çektim ve arkamı dönüp orada bulunan elbiselere bakmaya başladım. Aslında baya güzel elbiselerdi.
" Onlara dokunmayın! Onlar dekoratif, sizi şöyle alayım. Merak etmeyin eminim çok güzel olacaksınız." Dedi ve yürümeye başladı. Sandalye ve masa bulunan bir yere gelince durduk. "Evet işte geldik. Siz buraya elinizi sokuyorsunuz, yavaş yavaş zihninizin derinliklerine iniyorsunuz ve istediğiniz elbise size geliyor. Bu arada sizin gözleriniz... Çok güzel gözüküyorlar. Böyle yakından bakınca kahverengiye çalan yeşili çok net görüyorum. Her neyse buyurun oturun ve sakın korkmayın." dedi oradaki kadın. Benim gözlerim de yeşil rengi yoktu, benim gözlerim sadece kahverengi. Ne yeşilinden bahsediyor bu kadın? Ayrıca niye korkmam gereksin ki ne olacak? Kadının dediği yere oturdum ve ellerimi aletin içine soktum. Aletin üstünde yastık vardı ve uykum gelmeye başlamıştı. Gözlerim kapanmak istiyordu. Kadın kafamı yavaşça yastığa doğru itti ve bende engel olamadım. Yavaşça uykuya dalmaya başladım...
Uykuya dalarken iki kadının konuşmasının birazını duyabiliyordum. Kafam dik değildi ve gözlerim kapalı bayılmış gibiydim ama sesleri bir süre daha duydum. “O gelen çocuğu bir yerden anımsıyor gibiyim. O gülüş değişik geliyor.” “Küçükken annesi ile geliyordu. Saray işleri için nadiren uğruyor şimdi.” “Doğru ya! Hatırladım şimdi evet o kadın. Onun gözleri hayatımda görmediğim bir bal rengiydi. İnsanları unuturum, ancak gözler hep hafızamda.” “Senin bu göz sevgin ne olacak!” Dediklerini duydum. Sonraki konuşmaları duyuyor gibi olsam da ne dediklerini seçemez olmaya başlamıştım. Sayir eskiden annesi ile geliyordu demek. Annesi şimdi nerede acaba, aile üyelerinin nerde olduğunu bilmiyorum. Burada ki herkesin aile üyesi nerde bilmiyorum. Etrafı algılayamıyor düşüncelerim karışıyordu. Gözümü kapattığım için gördüğüm karanlık mavi bir damla suya çarpmış gibi dalga halinde karanlığın içinden belirdi. Ellerim ve vücudumun ıslandığını ve yere değdiğini fark ettim. Kafamı kaldırınca yer gibi dümdüz seni içine çekmeyen ama ıslatan bir su, sonsuzluk gibi görünen mavi çevresi ve ileride anlayamadığım bir cisim vardı. Ayağa kalktım ve o cisme yürümeye başladım. Aşırı tedirgindim bunun sadece kıyafet alışverişi olması gerekmiyor muydu? Yaşadığım şeyler garipti ve beklemediğim şeyler oluyordu. Beni daha neler bekliyor kim bilir. Değişik bir kutu vardı yerde, elime aldım. İçinde bir tane kağıt parçası vardı, kutuyu geri yere bıraktım ve kağıdı yavaşça açmaya başladım. Kağıdın içinden başka bir kağıt daha çıktı ama yere düştü, suyun üzerinde ıslandı. Eğilip almaya yeltenirken alırsam kopar korkusu ile orda bırakıp diğer kağıta da bir şey olmadan açmaya başladım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Köşedeki Çocuk
FantasyKuzeninin küçükken bahsettiği gizli kardeşinin yaşadığı yere yıllar sonra giden Nora, kendini başka bir diyarda bulur. Sürekli sorunlarla karşılaşır ve bir savaşın içine çekildiğini fark eder. Bir tarafı seçmek ve hayatını kurtarmak zorundadır.