Kalbim hızlanmaya, korku seviyem yüklemeye başlıyordu, istemiyorum. Ne olduğunu bilmiyorum ama yapmak istemiyorum. Sadece kaçıp gitmek istiyorum buradan. Art arda nefes alıp kendimi biraz da olsa sakinleştirdim. Sofi önde az gerisinde Sayir ve en arkada da ben gidiyordum. Ben korkuyla yürürken Sofi yavaşladı ve yanıma gelip benimle yürümeye başladı.
”Nasılsın Nora? İyisindir umarım çok şey gördün, kötü olmanı asla istemem. Kötü bir şeyler hissedersen hemen gel lütfen! Senin derdini dinlemek sana da bana da rahatlık verir. Şu testi atlatalım da seni evimde ağırlamak isterim. Gelmek ister misin? İstemezsen anlarım garip hissediyorsundur eminim endişelenme. Ne istiyorsan öyle yap,” dedi Sofi. Hafifçe gülümsedim ve güven alırmışım gibi Sofinin koluna girdim.
“Gelmek isterim, arkadaşlarımı yakından tanımak beni de mutlu eder. Yine çok düşünüyorsun, asıl sen endişelenme sakin ol!” dedim ve gülüştük hafifçe.
“Hanımlar sohbetiniz bol olsun da ben burada yalnız kaldım. Ayıp ediyorsunuz bakın, bu yalnız adamı kaderine terk etmek çok acı...” dedi kaşlarını indirip dudağını büzen Sayir.
Kısa süre sessizlikten sonra sesli gülmeye başladık. Bir süre gülüştük o halde. Buraya gelirken daha kısa yürümüştük ama şimdi yol bitmiyor gibiydi ve bende bitmesini istemiyordum. Böyle bir süre yürüyüp gülüşmek istiyordum ama gülüşmesek konuşmasak de olur sadece biraz daha, Biraz daha böyle kalmak istiyorum. Uzun bir biraz.
” Benim buradan başka yere geçmem lazım siz gidin,” dedi Sofi.
“Benim de gitmem lazım görüşürüz Nora,” dedi Sayir ve yürüyen Sofinin yanına gitti, gözden kayboldular perdenin içinde. Nereye gitmem gerektiğini söylemedikleri, ben de sormadığım için dümdüz devam ettim. En sonda perdelerin bittiği yere ulaştım ve son perdeden de geçtim. Küçük bir oda vardı eski kullanılmıyor gibiydi. Etrafa bakındım ama oda bomboştu. “Kimse var mı!” Kimse var mı! Kimse var mı, kimse var mı... Sesim odada yankılandı. Evet bakınca kimse yoktu ama her an her şey olabilirdi burada. Odanın da bir kapısına doğru yürümeye başladım. Şimdi biraz da olsa rahatlamıştım o yüzden mutluydum. Kapıya ulaştığım da önce tedirgin oldum ama sonradan kapıyı açtım. Kapıyı açmamla birlikte çok kuvvetli bir rüzgar esti ve elbisemi uçurdu. Kapıdan çıktım ve arkamdan kapattım. Kapı dışarıya açılmıştı ama daha önce burayı hiç görmemiştim.
İki yol ayrımı vardı ve hangisinden gideceğimi seçemiyordum. Rastgele seçim yaparak sol taraftan gitmeye karar verdim. Bir süre yürüdüm ve ileride uçurum gibi bir yerde değişik bir alet olduğunu gördüm. Aşağıya baktığımda çok mesafe vardı ve biri buradan düşerse ölmeme gibi bir şansı yok gibi duruyordu. Birden kollarımdan birileri tuttu biraz havaya kaldırdı ve beni arkaya döndürdü. Majesteleri arkamda duruyordu, bana gülümsedi ve yanıma yaklaştı.
“Evet sevgili Nora epeyce güzel olmuşsun yazık olacak. Ama unutma ki bunların hepsi senin iyiliği için. Acı olmadan başarı da olamaz. Şimdi başlayabiliriz,” dedi majesteleri. Ne oluyor neden tutuyorlar? Aşağı mı atacaklar? Buraya gelen herkes değişik şeyler yapabiliyor mu? Bende mi?
Beni garip aletin içine oturttular. “Ne testi bu ne yapıyorsunuz söyleyin!”
Majesteleri konuşmaya başladı. “Sevgili Nora, biz burada insanların anılarını saklıyoruz. Güzel olanlar, üzücü olanlar, korkunç olanlar, olağanüstü olanlar, dehşet olanlar hepsini. Ama senin de öğrendiğin üzere düşmanımız var. Stan sana bunlardan birazcık bahsetmiş,” dedi majesteleri. “Ne istiyorlarmış bu düşmanlar? Niye kaç zamandır saldırmıyorlar? Onları da mı yöneten biri var?” dedim.
“Elbette var Nora. Ne zamandır neden saldırmadıklarını tam olarak bilmiyoruz ama güç topladıklarını düşünüyoruz. Tahmin edeceğin üzere istedikleri şey de, anılar. Güzel anıların hepsini alınca mutlu olacaklarını güya intikam almış olacaklarını düşünüyorlar.”
“Neyin intikamı? Kim ne yaptı ki?” dedim merakla.
“Bir şey yapan insanlar değil, büyüyüş tarzları ve seçimleriydi. Fakat onlar insanları sorumlu tutuyorlar. Uzun lafın kısası Nora, burada kalmak istiyorsan yardım etmen gerekiyor,” dedi Majesteleri.
“İyi de ne yardımı?” dedim hemen merak ve korkuyla. “Göreceksin,” dedi ve gülümsedi.
Beni oturttukları şeyi uçuruma doğru döndürdüler. Aniden aşırı hızlı bir şekilde koltuktan fırladım. O kadar hızlı fırlamıştım ki çok yükseğe ve ileri gidiyordum. İçimde oluşan his tarif edilemezdi. Bu adrenalin gibi değil ruhum bedenimden ayrılıyormuş gibi hissettiriyor ve içimde boşluk oluyordu. Kalbim deli gibi atıyordu ve ne yapsam ölmem diye düşünüyordum. Bir ev gördüm uzakta, yere yaklaşıyordum hızlıca. Nasıl düşüşü yavaşlatırım? Ne yapabilirim!? Ellerimle kafamı kapattım ve ayaklarımı kendime doğru çektim.
Yere yaklaştıkça yavaşladığımı fark ettim ve yere düşünce canım acısa da kemiklerim kırılmamış gibiydi ve ölmemiştim! Her tarafım deli gibi acıyordu. Test sadece bundan mı ibaretti? Ölecek miyim ona mı bakacaklar? İleride ki evde biraz dinlenebileceğimi düşündüm. Eve çok yakın olduğum için çabucak geldim. Kapı yarı açıktı içeri girdim, kimse yok gibiydi o yüzden koltukta oturdum biraz ve ağrıların hafiflemesini bekledim.
Pencereden siyah şapka ve üst giyinen tüylerimi diken diken olmasına sebep olan birilerinin geldiğini gördüm ve hemen başka bir odanın kapısının arkasına koştum panikle. İnsanlar içeri girdiler ve üç kişiydiler. Şapkalarını çıkarttılar, biri sarışın bir kızdı ve diğer ikisi erkekti. Biri siyah saçlı diğeri de kahverengi saçlıydı.
“Sonunda! Çok yoruldum bugün. O kadar yorucu geçiyor ki bazen bırakmayı düşünüyorum,” dedi erkeklerden siyah saçlı olan.
“Saçmalama, o kadar uğraştıktan sonra bırakamazsın. Zafer bizimle olacak çok çalıştık yıllarca. O anıları yakında alacağız ve onları yok edeceğiz,” dedi kadın ve sesli bir şekilde gülmeye başladı. Hepsi koltukta oturmuş dinleniyordu ve ben kapının yanından öylece bakıyordum. Aşırı korkuyordum ellerim titriyordu bunlar düşman olmalıydı. Ama majesteleri neden beni buraya gönderdi? Şimdi tek yapmam gereken gizli bir şekilde buradan çıkmak. Yavaşça bulunduğum kapının arkasından çıkıp, sessizce koltuğun arkasından yürümeye başladım. Yürürken yanlışlıkla elim bir tabloya çarptı ve tablo sertçe yere düştü. Üçü de aynı anda bana baktı ve ben dondum kaldım.
“Kimsin sen! Niye buradasın!” dedi erkeklerden kahverengi saçlı. Hiç bir şey diyemedim ne demem gerektiğini bilmiyordum. İşim bitmiş miydi?
“Yakalayın onu konuştuklarımızı duydu!” dedi kadın. Hızlıca diğer odalara doğru koşmaya başladım. Ev iyi ki çok büyüktü bu kaçmamı kolaylaştırıyordu. Bir odaya girdim arkamdan hızlıca kapıyı kapattım ve koşmaya devam ettim. Odanın içinden oda çıkıyordu ve iki erkek de peşimden geliyordu.
Yeni bir odaya girdiğimde iki tane kapı vardı ve düşünmeden önüme gelen kapıya girdim. Koşmaya devam ettim ve bu odadan açılan başka bir kapı olmadığını gördüm. Ne yapacağımı bulamadan siyah saçlı çocuk içeri girdi. İki kapı olan yerde ayrılmış olmaları gerekti ki diğeri yoktu. Çocuk hemen üzerime koştu ve boğazımdan tuttu. Konuşmam için çok sert olmayacak şekilde sıkmaya başladı. Arkada bir mermer parçası olduğunu gördüm.
“Kimsin sen!?” dedi adam sinirle.
Elimle yanda ki tezgah da duran mermer parçasına yetişmeye çalışıyordum ama çok uzaktı.
“Cevap ver bana!” diye bağırıyordu boğazımı sıkarken. ”Seni burada öldürürüm cevap ver!” dedi ve daha kuvvetli sıkmaya başladı. Yetişemiyordum ve iyice güçten düşüyordum. Nefes alamıyordum ve başım dönmeye başlıyordu. Pes etmeye niyetim yoktu ve ayağımla bütün gücümü toplayıp iki bacağının arasına vurdum. Hemen elini çekti ve acı içinde bağırdı.
“Değişik şeyler de yapsanız insansınız sonucunda demek ki.” dedim nefes nefese, mermeri aldım ve iki elimle tutarak bütün gücümle kafasına geçirdim. Bir vuruşla bayılmayacağını biliyordum o yüzden art arda 6-7 kere vurdum ve hemen kapıya doğru koştum. O kapıdan çıktım ve diğer kapıya gidecekken diğer erkeğin de buraya doğru geldiğini gördüm.
Hemen kapının arkasına saklandım ve o geldiği anda çelme taktım ve yere düştü. Bütün gücümle taşı kafasına fırlattım ve onu oraya kilitleyip koşmaya devam ettim. Nefes nefese kalbim deli gibi atarak, ellerim titrerken koşuyordum ve kızın da olduğu çıkış odasına geldiğimi görünce sessizce biraz soluklandım ve ne yapmam gerektiğini düşünmeye başladım. Ben düşünürken kızın sesi geliyordu ve telefonla biriyle konuşuyordu.
“İkisi gitti yakalarlar, normal insana benziyor hemen beni öldürmeyin diye yalvarır yakalandığında. Öldürüp ne yapacağız sanki bunlar da yok mu! Anılarını ver azat edelim seni değil mi hahahaha.” Anılarımı mı alacaklardı? Hayır buna izin veremem anılarımı vermem. Daha yeni hatırlamaya başladığım anılar varken bu olamaz. Kız görmeden gidebilirdim ama kapıdan çıktığım gibi peşimden gelip yakalardı riske atamazdım. Etrafı incelemeye başladım. Sağ küpenin yandığını ve bir yeri işaret ettiğini gördüm. Arkamı döndüm ve işaret ettiği yere doğru gittim. Bir tabanca gibiydi ama ucunda ipli bir kanca vardı. Onu aldım ve küpe söndü ve normal hale geldi. İşime yarayacak olsa gerek ki küpe bana gösterdi. Kapıya doğru yaklaştım ve kız beni fark ettiği an tabancayı ona doğru tuttum ve bastım ne olacağını umursamadan. Tabanca ipiyle beraber kızı öyle güçlü sardı ki kız yere düştü ve kımıldayamadı.
Hemen kendimi düzelttim, tabancayı bir yere bağladım ve evden çıkıp koşmaya başladım. Var gücümle koşuyordum. Ormanların içinde yaklaşık 10 15 dakika koştuktan sonra bir ağacın altına oturup dinlenmeye karar verdim, nefes nefese kalmıştım koşmaktan. Eğer düzenli olarak koşmasaydım şuan bu kadar koşamazdım. Kafamı arkaya yasladım ve derin bir iç çektim yaşadıklarımı sindirmek ve kendime olumlu olacağını düşündürmek adına. Ne gündü öyle... Umarım bu günün macerası burada sonlanır çünkü biraz daha macera kaldırmak istemiyorum. Öncelikle majesteleri beni niye fırlattı? Ölseydim ne olacaktı umurlarında değilmiş demek. Ama o insanlara ne yaptım ben öyle öldüler mi? Yaşıyor ve peşimdeler mi yoksa? Ayağa kalktım ve yavaş yavaş yürümeye devam ettim. Hızlı yürüyecek halim yoktu daha fazla. Arada duruyor dinleniyordum çünkü ayaklarım çökmüştü resmen. Sessizlik içinde yürüyordum burada insana ait hiç ses yoktu. Kuş sesleri geliyordu, kuşlar benimle geliyordu ya da ben kuşlarla gidiyordum. Nereye gideceğim hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Neredeydim, ne yapmalıydım, onlara öylece zarar vermek doğru bir fikir miydi? Ama başka çarem yoktu beni yakalamak istiyorlardı ben kendimi savundum ve anılarımı alamazlar. Anılarımı iyisiyle kötüsüyle sevip onları kabul etmeye çalışıyorum zaten. Kötü anılarımı sevmiyorum diye iyi anılarımı da verememem. İyi anı edindikçe kötü anılar kendiliğinden içimden gidiyorlar.
“Nora! Dur hemen lütfen halim kalmadı! Zarar vermeyeceğim yemin ederim!” O evde bulunan sarı saçlı kadın bitik bir halde koşarken arkamdan bağırıyordu. Kaçmaya hazırdım ve her an tetiktim. “Yaklaşma sakın dur orda! Kıpırdarsan durmam bende!” dedim, kadın aniden orada durdu ve soluklanmaya başladı.
“Dur lütfen zor geldim arkandan, majesteleri yolladı bizi zarar vermeyiz sana. Sihrimiz yok merak etme,” dedi. “Neden inanayım sana bir neden söyle!” dedim hızlıca. “ Sihrimiz olsa seni sihirle durdurmaz mıydık sence? Neden arkandan koşturalım?” Haklı olabilirdi bu konuda ancak telefonda konuştukları şey bunu açıklamıyordu. Beni görmemişti ve anılarımı almaktan bahsediyordu.
“Nasıl dönerim geri saraya biliyor musun?” dedim. “Sen yürümeye devam et, eminim ki bulacaksın.” Kadın elini oynattı ve yere dökülmüş yapraklar sıra gibi hava duruyordu. Önüme geçtiler ve ok olup ileriyi gösterdiler. “İlerle Nora,” dedi kadın. Yalan söylemiş. Gücüm yok demişti ama yaprakları oynatıyor. Kaçmalı mıyım acaba? Hayır hayır değişik şeyler yapabiliyor daha kötü hale gelebilirim bir plan yapmalıyım.
“Neden yalan söyledin hani bir şey yapamıyordun!?” dedim. “Bak Nora geliyorlar gerçekten gitmen gerek, gerçi birini iyi benzettin o geliyor mu bilmiyorum ama diğeri kesin geliyor. Anılarını seviyorsan kaç hemen!” dedi kadın. Düşüncelerim daha da allak bullak oldu. Neden arkadaşlarının geldiğini ve kaçmam gerektiğini söyledi ki? Planının bir parçası mı yoksa anlamıyorum. Ne yapmam lazım? Ben düşüncelere dalarken fark etmemiştim, kadının arkasından kahverengi saçlı çocuğun koşarak buraya geldiğini gördüm. “Sana kaç demiştim Nora!” dedi, iç çekerek bana doğru yürüdü ve önüme geçti. Çocuk duyabileceğimiz bir mesafeye geçerek konuşmaya başladı.
”Bizim için yakalamışsın Aria, tebrik ediyorum seni,” dedi ve sırıttı. “Kız evine gidecek bir şey duymamış zaten gereksiz yere olay çıkartma,” dedi önüme geçen kadın. Çocuğun söylediğine göre adı Aria’ydı. “Olay çıkartan biri yok, senin dışında,” dedi çocuk ve Aria denen kadın bir şey demedi. Birden Aria’ya güvenmeye karar verdim beni şuan buradan kurutabilecek tek o var gibi duruyor. Ayrıca şu çocuğa hiç kanım ısınmıyor. Aria önümden çekilmedi, her an saldırmaya hazır gibiydi.
“Madem öyle olsun istiyorsun, hazır ol,” dedi çocuk sırıtarak. Konuşması bitince cebinden küçük kare bir şey çıkarttı. O kare şey oka dönüştü ve Aria’ya doğrulttu. Aria sağ ayağına hafifçe geriye attı, bileğini döndürüp parmağını şıklattı ve elini ileri uzattı. Parmağın şıklattığı anda sarı, perçemli ve düz olan saçları kahverengi hafif dalgalı uzun bir saç oldu. Uzattığı elinde değişik bir ip olduğunu fark ettim. Onunla rahatlıkla saçını topladı.
”Nasıl bir yalancısın böyle hani bizdendin!?” dedi çocuk sinirle. Aria her haliyle çok güzel bir kadındı ve göz şekli çok hoştu. Asyalı gibi çekik değildi fakat yuvarlak gözlere sahip değildi. Çekik gibi ama anlatamadığım bir havası vardı. Kenarları hafifçe sivri gidiyordu.
“Hangimiz daha iyi yalancı görmek istemiyor muydun yoksa? Kusura bakma yanlış anlamışım teklifi!” Aria sözünü bitirir bitirmez çocuk tek bir el hareketiyle uzaktan yere düşürdü.
“O küçük numaraların bir işe yaramayacak. Sen çok şey öğrenmiştin her türlü anılarını alacaktık,” dedi çocuk ayağa kalkarken. “Sizce bunu fark etmemiş miydim?” dedi, eliyle bir kere daha düşürmeye çalıştı çocuğu ancak çocuk bu sefer düşmedi. Çocuk oku aldı boş olan yayı çekti ve elini bıraktı. Yakınlaştıkça belli olan şeffaf gibi ucunda yuvarlak değişik bir şey olan ok geldiğini fark ettim. Aria eliyle yuvarlak çizdi ve ok yok oldu. Çocuk sinirli bir bakış attı ve elinde olan şey buharlaştı. Ardından ilk baştaki kare halini aldı ve eliyle sıkıca tuttu, gözlerini kapattı bir kaç saniyeliğine. Elinde ki şey parlamaya başladı. “Ağaca yaslan hemen!” dedi Aria ve beni oraya doğru itti. O da hemen yanıma doğru geldi ve iki elimi de tutarak. “Tamam Nora şimdi odaklanman gerekiyor. Neye odaklanman gerektiğini bilmediğini biliyorum ama denersen yaparsın eminim. Zaten içinde olan bir şey, çünkü yapman gereken kendine ve anılarına inanmak. Geçmişe, gününe ve geleceğe inan, onları olduğu gibi kabul et ve düşünme. Her haliyle seni sen yaptığını unutma, anılarını ve yaşamını sev Nora.” Kısa bir süre bir şey demedim. Ne demek istediğini asla anlamamıştım. Ne oluyordu onu da anlamıyordum. “Hayatımı sevmediğimi söylemedim ki. Ne yapmalıyım?” dedim ve Aria endişeli bir biçimde. “Çabuk ol Nora! Ellerini şöyle ağaca koy, ve şimdi hisset. Gözlerini kapat ve anılarını kendini hisset. Geçmişi ve anı hisset.” Çocuk bir şey yapıyor gibiydi ve bende Aria’yı dinleyemeye karar verdim. En fazla ne olabilirdi? Gözlerimi kapattım ve küçüklüğümden anılar düşündüm.
6 yaşında falan olmam gerek, okula ilk defa başlamıştım. Okulun ilk haftası hasta olduğum için gelememiştim ve herkes oyun oynuyordu. Bense öylece duruyordum tek başıma. Felaket sıkılıyordum yapacak hiç bir şey yoktu. Sadece ellerimle kafamı tutuyor diğerlerini izliyordum. Etrafı izlerken pencerede hareketli bir şey fark ettim, bir kelebek vardı. Hayatımda daha güzel bir şey görmemiştim o yaşa kadar. Gördüm her yeni şey mutlu olmama fazlasıyla yeterdi. O kelebeği kimse görmedi benden başka. Herkes oyun oynamakla meşguldü. O güzelliği sadece ben gördüm ve sadece benimle anılarımda kalıyor. Anıları düşünmek ve Aria’nın bana anlatmak istediği şey neydi bilmiyordum. Yine de anılar düşünmeye ve gözümü açmamaya devam ettim. Gerçeklikten kopmuş başka sesleri duymuyor haldeydim. Başka bir anı geldi hemen aklıma. 14 yaşındayım, hep beraber sınıfta toplanmış duruyorduk. Bir arkadaşım da bir şapka getirmiş yanında. Tabii şapka takmak da yasaktı. Daha öğretmen gelmemişti bende arkadaşımın şapkasını aldım herkesin önüne yüksek bir yere çıktım. “Sen! Neden yamuk oturuyorsun! Dikkat mi çekmeye çalışıyorsun! Sizlere terbiye gerek terbiye,” diye sevmediğimiz bir öğretmenin taklidini yapıyordum. Gülüşüp eğleniyorduk hep beraber ve arkamıza gelen hocayı fark etmemişti kimse. Hoca çok kızdı, o şapkayı kimin getirdiğini sordu, şapkayı elimde görmüştü itiraf etmemi ve getirdim dememi bekliyordu. Eğer şapkaya el koyacak olsa bulurdum bir yolunu ama böyle olaylarda eşya bizde kalır ama getiren kişiye ağır cezalar verilir. Arkadaşımın olduğunu söylemek istemedim. Gerçi söylesem de inanmazdı o kadın. Bir kız başka kızlardan neden nefret ederdi ki? Kendi hemcinsinden ölesiye nefret ediyordu. Ama belki de kendinden nefret ediyordu ve tiksiniyordu. Bir şeyler yaşamıştı ve kendini sorumlu tutuyordu içine atıyordu. O gün ben getirdim dedim. Kadın bir gün boyunca tahtayı sildirdi ve hiç oturmamıştı beni. Uzun süre ayağım çok kötü ağrımıştı. Bir anı daha... küçük kesitler var sadece tamamı yok. Hepsi farklı anı gibiydi ve tam değildi. Ben küçükken buraya gelmiştim... Eminim gelmiştim! Bu anılar tesadüf olamaz. Bir ev var aklımda, 4 çocuk var yanımda, eve yaslanmış bir şeyler okuyan bizden biraz büyük biri ve kahkaha çığlıkları aklımda. Bu çocuklardan ikisi kız ikisi erkek. Bir erkek çocuğunun saçı sarı, diğerinin kahverengi. Bir kız çocuğunun saçı kızıl, ve diğerinin de kahverengi. Arkadaşmışız gibi duruyor. Başka bir küçük anıda bir evdeyim. Yanımda kızıl saçlı kız çocuğu ve eve yaslanan benden büyük gözüken o çocuk. “Abi! Biraz sohbete katılır mısın? Hep öyle oturuyorsun!” dedi kızıl saçlı kız. “Nerden abin oldum bakalım küçük. Siz konuşmanıza bakın bakalım. Stan abinizin işi var.” O anıyla birlikte kalbim duracak gibi oldu. Stan mi! Şaka mı bu!? Tanıyorum derken ciddi miydi? Yoksa sadece isim benzerliği mi? Bu kadar şey olduysa neden unuttum? Nasıl oldu bunlar ve neden şimdi hatırlıyorum? Gerçekten buraya geliyordum demek. “Nora, Nora, Nori!” Gözümü yavaş yavaş açtığımda ağaçta duran elim ve yerde yatan çocuğu gördüm. “Biraz derine daldın sanırım?” dedi ve gülümsedi. “Ziyanı yok her zaman anılarını kabul etmek güzeldir, değil mi? Ama gösteriyi kaçırdın. Yoksa kaçırmadın mı?” dedi hafif gülümseyen suratıyla. Çocuk yeniden mı uyanacaktı? “Görmek ister misin?” dedi Aria. “Nasıl görebilirim ki başka?” Dedim merakla. “Burası anıların diyarı, unuttun herhalde Nori.” Artık bana takma isim takımlarına bir şey demeyecektim. Belki eskiden kalma bir alışkanlıktır?
”Göster bakalım Aria.”
” Pekâlâ pekâlâ uzatmadan gösteriyorum,” dedi ve gülen yüzü ile işaret parmağını burnuma değdirdi. Refleks olarak gözümü kapattım ve açtığımda ben ağacın orda duruyor, Aria yanımda, çocuk ise karşıdaydı. Sanki dışarıdan izliyor gibi izliyordum kendimi de dahil olmak üzere. Ben öylece duruyordum, onlar ise birbirlerine bakıyordu. “Hani bizdendin, Kandırdın bizi, hain!” dedi çocuk. “Majestelerine ihanet edecek değildim. Sadece size öyle gösterdim, majestelerine de bir şey demedim dikkat çekmemek için. Aynı sizin gibi sanki test için ayarlanmış biri olarak davrandım, tabii aslında gizlice kötü taraftanmışım gibi de. O kadar saf insanlarsınız ki sadece tahminim olan şeyi söylediğim zaman hemen sizden biriyim sandınız. Yakın zamanda saldıracağınız düşüncesini çoğu kişi zaten anladı. Başka doğaçlama şeyler de söyledim tabii,” dedi Aria. Bu kız gerçekten çok zeki biriydi. Resmen oyun oynamış, eğer dediklerinden şüphe edip anlasalardı hemen onu yakalarlardı. Çocuk çok sinirlenmiş gözüküyordu, diyecek bir şeyi yoktu. Aria bana doğru döndü yüzümü inceledi. Çocuk arkadan bıçağa benzer sert bir şey fırlattı. Sertçe Aria’nın sırtına girdi ve acı içinde bağırdı. “O kadar da zeki değilmişsin demek ki,” dedi ve sırıttı çocuk. Aria yavaş yavaş yere düştü ve yapabildiği son haraket ileriyi göstermekti. Çocuk arkasını döndü ve arkasında duran Aria kafası sopaya benzer bir şeyi çocuğun kafasına geçirdi ve sopa toza dönüşerek her yeri toz yaptı. Tozlar arasında yavaş yavaş bilinci kapanıyordu çocuğun. Aria’nın yerde yatan bedeni yok oldu. “Sence kopyam varken o zahmete girer miydim? Hâlâ yeterince zekice değil mi?” dedi ve gülümsedi Aria. Çocuk yere düştü ve gözleri kapandı. Aria yavaş adımlarla bana doğru yürüdü. Şefkatle elini omzuma koydu ve “Nora!” diye seslenmeye başladı. Gözümü açtığımda ağacın önündeydim ve artık kendim olmuştum. “Gördün mü Nori? Gösteriyi kaçırdım diye üzülmezsin şimdi,” dedi ve gülümsedi, bende ona gülümsedim. “Harika gösteri Aria, her zamanki gibi mükemmel gösteri. Her seferinde şaşırtıyorsun insanları,” dedi arkadan hafif uzun dalgalı kahve rengi saçlı, gözleri tamamıyla olmasa da çekik olan bir kız. ”Nia!” dedi Aria ve kıza koşup sarıldı.
”Sonunda! Seni ne kadar özeldim, ne kadar özledik haberin var mı?” Derken gözleri doldu Aria’nın. “Bende sizi çok özledim. Ağlama şimdi, misafir var sanırım,” dedi kız. “Evet, tanıştırayım. Nia bu Nora, Nora duyduğun üzere bu Nia,” dedi ve gülümseyerek Aria. “Memnun oldum Nia,” dedim. “Bende öyle Nora. Önceden tanıştık mı?” dedi Nia yüzünde düşünceli bir ifade ile. “Sanmıyorum,” dedim.
“Hadi gidelim artık majesteleri bekler. Madem geldin hadi götür Nora’yı. Ben arkanızdan geleyim ki kaynaşın,” dedi Aria ve Nia yürümeye başladı. Hemen yanına geçtim ve bende yürümeye başladım. Yağmur yağmaya başlıyordu ama sadece çiseliyordu. Gözlerim Nia’ya kaydı, havayı izliyordu boş bakan gözlerle. Gözleri o kadar büyüleyici bakıyordu ki sanki bir çok duyguyu içinde barındırıyordu. Öyle bakan gözleri çok severim. Ayrıca bu kız aşırı derece güzeldi. Nia hafifçe gülümsedi havaya bakarken. “Sen ne iş yapıyorsun burada? Niye buradasın burası tehlikeli. Birlikten misin?” Dedi Nia. Birlikten kastı ne bilmiyordum ama ondan olmadığım kesindi.
“Buraya dünyadan geldim. Test yapılacak dediler ve majesteleri beni buraya gönderdi. Uçurarak...” Uçmak pek de eğlenceli değildi. “Dünya demek! Oranın her yerini gezmek isterim. Gerçi şuan buranın her yerini geziyorum. Pek çok yer gezdim belirli bir yerde çok kalmıyorum. Hızlıca gitmek daha iyi olur bence,” dedi Nia, bir eliyle sağdan sola doğru dolaştırırken diğer eliyle gözümün önünden yavaşça geçirdi elini. Elini gözümden çektiğinde saraydaydık. Sarayın önünde ayağını ritimle yere vuran Sayir. Yanında endişeli suratı ile Sofi duruyordu. Sayir bizim olduğumuz tarafa baktı. ”Nora!” dedi Sayir ama çok geçmeden Nia’yı fark etti. “Abla!” diye bağırdı ve yanımıza koşmaya başladı sinirli surat ifadesiyle. “Selam Sayir, naber?” dedi Nia. Onlar kardeş miydi! İnanmıyorum... düşününce çok benziyorlar fakat nasıl olur? Sayirin kardeşi olduğunu düşünmüyordum.
”Neredeydin sen bir kere bile haber vermedin, birden çıktın gittin ve arkanda bıraktığın tek şey o not parçası! Şimdi de gelmiş ‘naber’ mi diyorsun? Ne kadar aradık seni haberin var mı?” Sayir çok sinirli konuşuyordu. Kim bilir niye gitmişti ablası. “Arada uğradım zaten Sayir,” dedi Nia. “Kabul edecek misin? Majesteleri öyle bir teklifi bir daha sunmaz abla.” Sessizce sadece onları dinliyordum. Şuan araya girmek çok aptalca olurdu onların arasında olan bir mevzuya ”konu ne?” diye girmem ne kadar da saçma olurdu. Şu anlık dinlemek en iyisi.
“Reddetmeye geldim. Öyle bir iş istemiyorum Sayir gezmeyi seviyorum.”
“Gezmeyi mi seviyorsun kaçmayı mı? Hadi ama abla buraya ne kadar nadir geliyorsun biliyorsun, yüzünü bile unutacaktım neredeyse. Eğer kabul edersen beraber oluruz.”
“Hayır dedim uzatma konuyu nedenlerim var ve istemiyorum,” dedi Nia.
“Ne o nedenlerin abla ne? Söyle ki bileyim, her seferinde kaçıyorsun sorunlarından,” dedi üzgün ama aynı zamanda kızgın bir halde Sayir.
“Hayır dedim uzatma Sayir, burayı sevmiyorum yakında gideceğim,” dedi Nia soğukkanlılıkla.
“Saçma şeyler yüzünden kaçmayı bırak!” dedi Sayir sitemle ve hafif bağırarak.
“Ne diyorsun Sayir?” dedi Nia şaşkınlıkla.
“Sizden küçüğüm diye anlamıyor muyum sanıyorsunuz!? Onu öylesine seviyordun! Birden gittin ve bir daha görüşmedin onunla. Anlamadığımı nasıl düşünüyorsun... Ama artık yeter abla kaçmayı kes. Üzüntüden, utancından ve geçmişinden kaçtığın sürece her şey daha kötü olacak. Kaçmayı kes ve yüzleş, bırak ağla sabaha kadar zamana bırak üzüntünü alsın gitsin. Çık karşısına Stan’in konuş son bir kez. Diyecekleri vardı ki konuşmak istiyordu seninle,” dedi Sayir. Stan ve Nia mı... inanılır gibi değil. Bugün öğrendiğim şeyler, aslında her gün öğrendiğim şeyler gitgide artıyor ve beni şaşırtıyor. Aslında aynı havayı veriyorlar, Stan ve Nia.
“Ne diyebilir ki daha fazla, reddetti bitti işte. Dalga geçsin bende dinliyim mi!?” dedi Nia. “Stan’in dalga geçmeyeceğini herkesten iyi biliyorsun abla bahane sunma artık. Yapabilirsin sana inanıyorum hissettiklerin çok normal sorun yok abla,” dedi Sayir ve Nia duraksadı ve gözleri doldu. Konuşmak için ağzını açtı ama artık sunacak bir şey yok gibi duruyordu. Ağlayarak Sayir’e sarıldı.
“Çok üzüldüm...” diyerek ağlamaya başladı. “Biliyorum abla, biliyorum,” dedi Sayir. Burada olmamam ve onları yalnız bırakmam gerek ama gidecek bir yer yok.
Kısa bir süre sonra Sofi omzuma dokundu. “Gel onları yalnız bırakalım en iyisi,” dedi ve başımla onayladım. Sofi’nin burada olduğunu unutmuştum bile.
“Sen iyisin değil mi? Nasıl geçti? Birden yanımızdan gittin anlamadık çok korktuk,” dedi Sofi, bunları konuşurken onlardan uzaklaşıp durmuştuk. “Merak etme iyiyim,” dedim ve hafifçe gülümsedim.
“Şunları takayım istersen bekle, konuşacakları şeyler vardır benim de gitmem lazım. Burada olan herkesin sürekli işi var zor gelmiyor bize, hayatın bir parçası,” dedi. Kulağıma tıpa gibi bir şey taktı, eliyle görüşürüz yaptı ve yavaşça yürümeye başladı. Sayir’lere dönüp bakmadım rahatız olmasınlar diye. Yere çöktüm oturdum, dizlerimi kendime çektim ve üzerine kafamı yasladım. Düşüncelerim almış başını gidiyordu adeta sel gibi. Öncelikle bütün her şeyi tekrar saymaya gerek yok, neden hâlâ buradayım inatçılık ediyorum ki? Buraya ait değilim neden zorluyorum, ne işim var burada? Anlık heyecana kapıldım ama burada amacım yok ben burada doğmadım çevrem burada değil. Aslında kendime dürüst olursam... Kendi yatağımı, evimi, bahçemi, hatta sıkıcı hayatımı bile özledim. Geri dönmek isteğim şuan çok fazla ama inatçı yanım tutuyor gitmiyorum. Kendime neden eziyet ediyorum ki? Ama neden o sıkıcı berbat hayata dönmek istiyorum? Gözlerim doldu ama kendimi durdurdum. Aslında ben ailemi özlemiştim. Annemi özlemiştim, ona gitmek istiyorum. Belki çocuk gibi annem diyordum ama insan yapısı bu fıtratı hep aynı çocukken de büyüyünce de. Bir el kulağımda ki tıpayı çıkardı.
“Nora, canım iyi misin?” dedi Nia. Düşüncelerim birden dağıldı.
“İyiyim, iyiyim asıl sen nasılsın?” dedim. Çok kötü ağlıyordu pek de harika olmasa gerek.
“İyiyim merak etme sen, şimdi gidip bir şeyi onaylamam lazım ama kendi şartlarımla,” dedi Sayir’e bakıp gülerken. Neyi onaylayacaktı ki acaba?
“Majesteleri bir iş teklif etti bana ama dediğim gibi ben gezgin bir kadınım. Ona göre bir orta yol buluruz bence,” dedi Nia ve Sayir pes etmiş gibi bir hal aldı.
“Hadi çabuk ol zaten çok beklettin,” dedi Sayir. Nia hafifçe gülümsedi pek de istekli olmayan bir şekilde. Arkasını döndü ve yürümeye başladı. “29 yaşında ama benden küçük bir çocuk gibi. Ah abla ah,” dedi Sayir. Yaşı Stan’e yakınmış demek.
“Evet Nora anlat bakalım neler oldu neredeydin? İyi misin bir yerine bir şey oldu mu?” dedi Sayir. “İyiyim,” dedim kısaca.
“İyiyim deyip kesip atamazsınız küçük hanım. Detaylı anlat şimdi.”
Bir ses duyduk ve arkamızı döndük hızla. Rakio koşarak yanımıza geldi. “Nora çabuk gel acilen yardımın lazım senden başka yardım isteyecek biri yok şuan. Zaman yok zaman! Mahvolduk, bittik!” dedi Rakio endişe içinde. “Tamam gidelim hemen ne oldu?” dedim merakla. Rakio kolumdan tuttu, Sayir’i orada bıraktık ve kısa bir süre hızlıca yürüdük. Sarayın yanından dolaşarak yürüyorduk, arka kapı gibi şey olsa gerekti. Kalbim hızlıca atmaya başladı. Kim bilir ne olmuştu. Arka kapıdan girdik ve birinden saklanıyor gibi yavaş yavaş temkinli ilerliyorduk. “Ne oldu Rakio niye böyle yavaş ve birinden kaçan ajan gibi gidiyoruz?” dedim. “Şuan ajan olmamız gerekiyor çünkü, Sessiz ol yoksa herkesin işi biter.”~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
Sorularınızı yazmayı unutmayın^^>.
Oylarsanız da çok güzel olurr.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Köşedeki Çocuk
FantasyKuzeninin küçükken bahsettiği gizli kardeşinin yaşadığı yere yıllar sonra giden Nora, kendini başka bir diyarda bulur. Sürekli sorunlarla karşılaşır ve bir savaşın içine çekildiğini fark eder. Bir tarafı seçmek ve hayatını kurtarmak zorundadır.