TANITIM

414 37 8
                                    

1973 Tokat, Türkiye.

Yaslandığı soğuk duvardan ayrıldı. Yüreğinin ağırlığı göğsünün üstüne baskı yapıyordu. Sertçe yutkundu. Rahat bir nefes çekmeyeli epeyce olmuştu. Zaten ihtiyacı da kalmamıştı artık.

Boynuna asılı silahı kurcaladı. Doğru bildiği şeyi yapıyordu. Allah şahit tek bir kötülük bile istememişti. O halde neydi bu yüreğini dağlayan sızı?

"Başka bir şans kalmadı artık." diye fısıldadı kendi kendine. Evet başka bir yol bırakmamışlardı. Ellerini uzun süredir kesmediği kirli sakallarının üzerinde sıkıntıyla gezdirdi.

Titrek ateşin önüne geçti. Bu saatte yakmaları riskliydi fakat getirdikleri kadın deli gibi titriyordu. Onun için ateşi söndürmemişlerdi.

Sandalyeye bağladıkları adamların başında seslice kitap okuyan arkadaşına hafifçe güldü. "Oğlum Serhat, hem adamları kaçırdık hem de dalga geçer gibi uyutmadan önce hikaye mi anlatıyorsun?"

"Biraz medeniyet öğrensinler diye yapıyorum. Kendi sahte medeniyetlerini bize satamayacaklarını o küçük beyinlerine kazımak lazım da işte, biz onlar gibi alçak değiliz. Bilgiye tamah ediyoruz hala."

Sırıtıp onun İngilizce olarak elindeki kitabı esirlere çevirişini dinledi. Yerden aldığı çubukla ateşi eşeliyordu bir yandan da. Odada yayılan ateşin çıtırtısı, tenine değen ürkek ateş...

Garip gelse de bunun son sakin anısı olduğunu biliyordu. Akmaya başlayan burnunu çekti. İçinde pişmanlık yoktu. Ne kimseye zarar vermiş ne de bir yalana ortak olmuştu. Doğru bildiği yolda dimdik yürümüş ve yürüyecekti de. Sonunun nerede kesildiğini bilmiyordu tabi, orası ayrı.

Boğazını temizleyip kısık sesiyle çıtırtılı ateşe eşlik etti. "Mezarımı derin de kazın dar olsun, dar olsun yar dar olsun." Son anda ateşe doğru gitmek üzere olan bir karıncayı fark ettiğinde çubuğuyla alelacele önüne engel oldu. Parmağını aleve yaklaştırıp kenarında duran karıncayı avucuna almıştı.

"Altı lale üstü de çimen bağ olsun, bağ olsun yar bağ olsun." Sanki türküyü elindeki karıncaya söylüyormuş gibi, avucunun üzerine eğilmişti. "Ben ölürsem sevdiceğim sağ olsun, sağ olsun yar sağ olsun."

"Ulaş!" diye fısıldadı Serhat, ateş başındaki arkadaşına.

"Ne oldu?" Ulaş arkasında kalan Serhat'a yavaş hareketlerle döndü. İki eliyle kapıyı işaret Serhat'a çatılmış kaşlarıyla baktı.

Birileri gelmişti. Sertçe yutkundu. Bu anı bekliyorlardı fakat bu kadar erken olması hesabında değildi. Cebine katladığı anlaşmayı kontrol etti. Bir eli de boynuna astığı silahtaydı. "Ben kontrol etmeye çıkacağım." Duyduklarının dağdan geçen bir yabani hayvan olmasını ümit ederek yavaş adımlarıyla arkadan çıktı. Kapının önünde her ne varsa beklemediği yerden yaklaşacaktı.

Yüzüne çarpan soğuk rüzgarın tenini kesmesine engel olamıyordu. Kirpiklerini kırpıştırıp arasına giren tozları uzaklaştırdı. Titrek ama kararlı ellerini hizaladığı silahına sardı. Birkaç adım sonra kapının önündeki adamı tuzağına düşürüp anlaşma için zorlayacaktı.

Fakat arkasından tahmin etmediği bir ses yankılanarak ayaklarının yere mıhlanmasına sebep olmuştu.

"Ulaş Eroğlu, silahını indirip yanına doğru at."

Donakalan adam ne yapacağını şaşırmıştı.

"Ulaş Eroğlu!" İkinci bir bağırışla boynundaki silahı hızla çıkarıp solundaki çukura attı. "Bana doğru dön."

Arkasını döndüğünde gördüğü gözlerle kendini tutamayıp genişçe gülümsedi. Fakat gülüşünün aksine gözleri bir denizi yutmuş kadar ıslaktı.

Karşısındaki adamın yüzünü kaplayan kat kat atkılara rağmen bir çift kara gözü saniyesinde tanımıştı. Kurumuş boğazını yakan ismi tek nefeste söyledi.

"Kutay."

***

Eski dönemlerde geçen bir sağ-sol kurgusu denemek istedim. Kısa bir hikaye olacak. Umarım hoşunuza gider.

Not: Bölüm başlarındaki tarihlere dikkat ederseniz olay örgüsünü karıştırmamanız daha kolay olur. Çünkü zaman atlamalarına yer vereceğim.

SULTAN-I YEGAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin