4- Reis

196 32 8
                                    

Boykotlar İstanbul Üniversitesi'nde başlayıp Ankara'ya kadar sıçramıştı. İstenilen şartlar yerine getirilene kadar amfiler boş kalacak ve sokaklar bizlerin gür sesiyle dolacaktı. Hocalarımızın bir kısmı da buna katılıp bizimle omuz omuza duruyordu.

Bir ağacın dibine istiflenmiş, pankartları boyayan arkadaşlarıma baktım.

"İşin yok herhalde Ulaş kaptan." Göğsümün üstünde bağladığım kollarımı açtım.

"Var, var da burada değil." Geçen haftanın ardından anca toparlanabilmiştim. Sanki dün gece yaşanmış gibi hale taze olan anılarım beynimin bir köşesinden sızıverdi. Elimi yavaşça pantolonumun cebime indirip kimlik kartını yokladım. Hala bitirilmemiş bir hesabımız vardı. Bizimkiler pankartlara dalmışken tüymenin tam sırasıydı. Kalabalığın içinden geçip tek hedefime doğru ilerledim.

***

Normalde kapısının önünden bile geçmeyeceğim yere, Gazi'nin girişine gelmiştim. Bu saçma yer kasılmama sebep olsa da alacağım intikamın keyfiyle hiç beklemeden güvenliğin yanına geçtim.

"Merhaba, bende öğrenciniz Kutay Sancaklı'ya ait bir emanet var."

"Tabi, buyurun bana verin ben kendisine teslim ederim."

"Olmaz!" Adam ani çıkışım yüzünden şaşkınlıkla bana baktı. "Yani elden teslim etmem gerek."

Tam o esnada yan taraftan giriş yapan bir öğrenci ilgiyle bize doğru yaklaştı. "Yanlış duymadıysam Kutay reisi mi sordunuz?"

"Evet, bi eşyası bende kalmıştı. Onu teslim etmeye geldim."

"Bizim çardaklarda oturuyordur. Ben haber veririm şimdi." Güvenliğin olduğu duvara sinip Selma'nın ünlü reisini bekledim. Şeref yoksunu herif gencecik kızın aklını bile yalanlarla zehirlemişti. Tabi işleri güçleri yalan söylemek olmuş bunların. Nefes almak kadar doğal geliyordur eminim ki.

Güvenliğin önüne kalabalık bir erkek grubu geldiğinde ortalarında duran kişiye baktım. Reisimiz tek bile yürüyemiyordu demek. Sindiğim duvardan ayrılınca tam da önüne dikilmiştim. Yanındakilerle konuşmaya dalmış adam beni fark edince yüzü mermer gibi kaskatı kesilmişti. Kaşları olabildiğince çatıldığı için yanındaki arkadaşları da gardını alıp bana dönmüşlerdi.

"Tanıdık mı, abi?" İçlerinden biri beni başıyla işaret edip Kutay'a sordu. O ise elini yanındakinin göğsüne bastırıp hafifçe gerisine itti.

"Siz dönün, bir şey yok." diğerleri sözünü ikiletmeden onun dediklerini yapmak için yapılmış makineler gibi sorgulamadan uzaklaştılar.

"Kölelerini de yolladığına göre, mühim bir meseleyi konuşabiliriz artık, reis." Sanki bir hakaretmiş gibi reisi bastırarak söylemiştim.

Sağına soluna baktıktan sonra birkaç adımda yanıma gelip kolumdan tutarak ileriye doğru çekti. Direnç göstermeden beni istediği yere götürmesine izin verdim. Girdiğimiz sokak ona yeteri kadar tenha gelmiş olacak ki nihayet durdu.

"Ne arıyorsun burada?" Kafasını sokağın başına çevirip tekrar biri var mı diye kontrol ettikten sonra bana döndü. "Daha doğrusu nasıl buldun burayı?"

"Epey rahat buldum bizimki kadar olmasa da ünlü bir eğitim kurumu ne de olsa."

"O boş okulunuzda komünistlik haricinde bir de bayat espriler öğretiyorlar olsa gerek" yakamı kavrayıp arkamdaki duvara yapıştırdı. "Ama benim gülmeye hiç mi hiç niyetim yok. Nasıl buldun söyle!" Burnundan soluyan, gözleri delirmiş gibi parlayan adama baktım.

"Birincisi bu kabadayı hareketler bana sökmez ülkücü." Yakamdaki ellerini zorla gevşetip yere indirdim. "İkincisi, ki burası çok mühim, hesap soracak bir konumda değilsin. Yerinde olsam çoktan ayaklarıma kapanıp merhamet dilenirdim."

Kutay dişlerini göstererek ondan hiç beklemediğim bir şekilde kahkaha attı. "Seni temiz dövmüşüm o gün, bu deli cesaretin kırık kafandan geliyor herhalde." Sinirle attığı kahkahanın izleri yüzünden saniyeler içinde silinmişti.

O gecenin hatıraları aklımda tekrar canlandığında içimdeki öfkenin kavrulup yeniden bir kor gibi yandığını hissettim. "Bir kişiye on kişi dalıp bir de dövdüm dersiniz, zaten sizin gibi sokak itlerine böyle sürü halinde dolaşmak yaraşır."

Geri çekilip gömleğinin kollarını sıyırdı. "Şimdi ikimiz tekiz, hodri meydan."

"Buraya seninle dalaşmaya gelmedim. Uyarmaya geldim. Selma'dan ayrılacaksın." Ağzımdan Selma ismi dökülür dökülmez gözleri birkaç ton daha kararmıştı.

"Ne diyorsun ulan sen, sana ne Selma'dan?"

"Ya sen ayrılırsın ya da ben yalanlarını bir bir ortaya döküp ayırırım. Kızı üzmeden adam gibi ayrıl."

"Gözün mü var lan senin Selma'da kansız?!"

Dayandığım duvardan sinirle ayrılıp bu sefer ben onun yakasına yapıştım. "Doğru konuş şerefsiz, bacım o benim."

"Ne o halde bu yanıklığın?"

"Kardeşim gibi gördüğüm kızı kandırmana göz mü yumayım?" dedim sıktığım dişlerimin arasında.

"Bırak kardeş ayağını, kemiklerine kadar gömerim seni buraya."

"Neye inanırsan inan umurumda değil, bırakacaksın Selma'nın peşini!"

"Sana niye inansın?"

Sırıtarak pantolonumun cebinde duran kimliği Kutay'a doğru salladım. Ne olduğunu anlar anlamaz kimliğe doğru atıldı fakat ondan önce davranıp arkama saklamıştım.

"Ver o elindekini yoksa o geceyi mumla aratırım sana."

Kimliği arkama sakladıkça iyice üzerime çullanıp iki yanımdan sarılarak almaya çalışıyordu. Bu şekilde alamayacağını anladığında uzaklaştı.

"Peki, ne halt edeceksen et, Selma öğrense bile benden vazgeçmez."

Omzumu silkip elimdeki kimliği cebime iliştirdim tekrar. "O halde bunu Selma'ya göstermemde bir sakınca yok."

Hiçbir şey yapmadan sadece gözlerimin içine bakıyordu. Sokağın başına doğru adımlayacaktım ki arkamdan koşarak beni yere seren adamla neye uğradığımı şaşırmıştım. Saniyeler içerisinde kendime geldiğimde delirmiş gibi karnımın üzerinde oturan Kutay'a baktım. Beni bir güzel benzettiği o geceyle aynı pozisyondaydık.

"Seviyorum o kızı şerefsiz. Anlamıyor musun sevmekten?" Onun yüzünde bu tarz bir ifadeyi görebileceğimi hiç düşünmemiştim. Çaresiz bir şekilde, kendi dilinde bana yalvarıyordu.

"Yalanlarla dolu sevmek mi olur?"

Gözlerini kaçırarak başka bir yere odaklandı. "Zorunda kaldım. Görüşmeye başladıktan sonra öğrendim nasıl fikirleri, çevresi olduğunun." Sözlerinin samimiyetinden miydi bilmiyorum fakat içimdeki öfkenin biraz dindiğini hissettim. En azından Selma için olan tarafı hafiflemişti. Yine de ikimizin arasında hala kapanmamış bir mevzu vardı. Sırıtarak boynundan sarkan muskasından tutup kendime doğru çektim. Bu ani hareketimi o da beklememişti.

"Eğer Selma'nın öğrenmesini istemiyorsan istediğimi yapacaksın."

"Ne istiyorsun?"

"Bilmem onu, zamanı geldiğinde, canım istediğinde karar veririm artık." Onun bu afallamış halinden faydalanıp altından sıyrılmıştım. Sokağın başına ilerlerken hala arkamdan şaşkın ifadesiyle bakan adama asker selamını çaktım. "Bir dahaki meydan muharebesinde görüşmek üzere reis. Ama bir dahakine ilk seferki kadar kolay olmayacak. İtlerini iyi topla."

***

SULTAN-I YEGAHHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin