İyi okumalar 💖Hayatını mahveden, geleceğini elinden alan birinin hasretiyle yanıp tutuşur muymuş insan, tutuşurmuş. Sana yara açanın adıyla ağlar, hayaliyle yaran sızılarmış insan.
Baba kavramını hiç öğrenmeden geçip gitmişti hayatım. Annem bana hem babalık yapmış hemde anneliğini hiç esirgememişti. Bütün her şeye rağmen beni el üstünde tutmuştu, babamın yokluğunu hiç bir zaman hissettirmemişti. Ağladığımda yanı başımda oturur ağlardı, bir yerimde minik bir yara olunca dinimde oturur, saatlerce o yarayı öpüp, acısı dinene kadar beklerdi. Her kahkahamın sebebi olur, her mutluluğunu benle paylaşır, bütün güzelikleri beraber yaşardık.
Annem beni kendi cennetinde yaşatırken bir cehennemde de başrol olmuştu. Kendi hayatı için bir başka hayatı yok ettmiş, bir başka kadının hayatını hiç acımadan kabusa çevirmişti. Bir cani, bir iblis... hangi kavramla nitelendirilirdi bu acımasızca yapılan şey? Yeryüzündeki acımasızlıklar, bencilikler hep eleştiri konum olmuştu. 12 yaşıma kadar annemin bu evrendeki tek kendini umursamaz insan olduğunu, evladı için canını verecek bir kadın olduğunu sanardım, evet canını verirdi ama bencil olup olmadığı kesinlikle şüpheliydi. Ama sırf bizim sefamız için bir başka ailenin cefasına sebep olmuştu.
Sabahın ilk ışıklarına kadar gözlerimi asla yumamıştım, artık ağlamaktan irislerim titriyordu. Dilim damağım kurumuştu ama bu kuruluk su içip geçirecek cinsten değildi; tükenmişlik, bıkmışlık, usanmışlık... Bedenim tirtir titriyor, bilincim artık bir kaç saat öncesine göre daha da kaybolmuştu. Bu göz yaşlarım sadece annemin öleceği haberini aldığım için miydi yoksa artık her şey fazla gelip kendimi bu güne mi döküyorum hiç bir fikrim yoktu.
İki yıl önceki hevesle bir şeylerin peşinden koşuşturan, hayatını birinciliklerle bitirmeyi hayal eden, pes ettme duygusuna asla tatmayan, kendine değer verip sevip sahan, gözlerinde ruhunun mutluluğunu giyen Jungkook'tan hiç bir eser yoktu. Artık bu hayatı fazlasıyla kabulenmiş, hiç bir beklentim olmadan, günü gününe tükenip yok olmakla geçinip gidiyordum. Ne gördüğüm işkencelerin, ne de çektiğim psikolojik şiddetin bir hadi hesabı vardı ve bedenim de ruhumda iki yılın sonunda bütün olanlara iyice alışmış artık hiç bir tepki vermiyordu.
Ruhum kendi kendine ölüme terk ediliyor, bendenim gördüğü işkence yanıp kül oluyordu. Ne insanların hayranlıkla baktığı yüzümün ardındaki morluk ve yaralar ne de hemen hemen ger gün işittiğim sayısızca hakaret umrumdaydı.
Yapabilseydim hiç düşünmeden kendi canıma kıyardım ama her kalkıştığım şeyin sonu bir hüsranla bitiyordu. Kaçma çalışmalarım tamamen mantıksızdı çünkü koskoca bir devlet yönetiyordu eşim ve ailesi, kimden nasıl kaçıcaktım?
Bu eve geldiğimden beri milyon defa ölüme kalkıştım ama her seferinde "Eğer ben ölürsem annem ne yapardı?" Düşüncesiyle durduruyordum kendimi. Evet beni görmüyordu, bir birimizle asla iletişime geçmiyordu ama bir şekilde varlığımdan, yaşadığımdan haberdar olurdu. Son bir defa bile sarılamamış çocuğunun cesedini bile göstermezlerdi ona biliyordum. Bilmiyorum belkide ruhum tatlı geliyordu, bir şekilde bedenim tatlı geliyordu ellerim gitmiyordu canıma kıymaya. Ama artık bu aciz bedenimin ve ruhunun kaybedecek hiç bir şeyi kalmayacaktı.
Odadaki balkona açılan geniş açık kapının içinden, günün ilk ışıklarını içeriye vuruyordu. Ne kış ayının keskin soğuk havası umrumdaydı ne de başka bir şey çünkü boğuluyordum. Dört duvar eskisine göre daha da boğuyor, daha çok üstüme geliyordu. Gözlerim etrafta dolaştı, koca karanlık sessiz odanın içinde yatağın üstünde öylece oturmuş saatin beş olmasını bekleyen nir ben vardım. Taehyung yine yanımda değil çalışma odasındaydı. Uyudu mu, kaldı mı hiç bir şey umrumda değildi. Sadece saatin dolmasını, hiç uyumadan oturduğum yerde bekliyordum. İçimde ne bir heves, ne bir heyecan ne de bir mutluluk vardı. Boş bakışlarla öylece oturuyordum buz kesen odanın içinde. Gözlerim acımaya, göz altlarım morarmaya başlamıştı bile.