Çorbacıya gitmek için yola çıktığımız ilk dakikan beri bir arabanın peşimizden geldiğini fark ettim.
Trafik ışıklarında kırmızı yandığı için durduğumuz sırada Bartu'ya hitaben konuştum.
"Arkadaki arabadakiler onlar değil mi?" Salak değilim diğerleri de çorba içmek istiyordu. Peşimizden geleceklerini tahmin etmiştim.
"Düşündüğümden de zekisin." Sapığa bak sen beni düşünmek için izin aldın mı acaba? "Sen kimsinde benden izin almadan beni düşünüyorsun pis sapık."
Bu gidişle benden 3.yumruğu yiyecekti. Zevkle o yumruğu 3.kez yüzüne geçirmek istiyorum.
"Tüh şimdi 3.kez yumruk atacaksın değil mi? Ama şimdi trafikte olmaz ki çorbacıya gidince atarsın yumruğunu." Bazen küçük beyni çalışıyordu.
"Bu telifi geri çevirmeyeceğim lakin en son ne zaman yemek yedim hatırlamıyorum yumruklarımın sana faydası olmaz o yüzden ilk önce yemek daha sonra yumruk." Ciddiyim çok açım o çorbayı bu gün yiyeceğim. Yoksa diğerleri ilk Bartu ise 4.yumruğunu çorba niyetine yiyecekti.
"Hay hay görevimiz." Yeşil ışığın yanmasıyla motor hareket etti. Ve çorbacıya gidene kadar konuşmadık.
***
"Abi burnun iyi mi?"
"Emin misin şuan Bartu'nun burnu garip bişi olmuş burun demek benim güzel burnuma hakaret."
"Oğlum senin burnum güzel mi lan?"
"Senden güzel sus şerefsiz."
"Çorbayı boğazıma dizdiniz bi susun ya."
Onlar kendi aralarında konuşurken bende ara sıra katılıyordum ama çoğunlukla çorbamla hasret gideriyordum.
"Prensesler bir sussanız mı ha? Ne diyorsunuz." Benimki de kafa sonuçta bir sussalar da çorbamı sessiz sakin huzurlu bir şekilde yesem.
"Sayın isimsiz kraliçe hazretleri izninizle o güzel isminizi öğrenebilir miyiz?" Çok komik çocuk bunlar.
"Nerenin Kraliçesiyim ona göre cevap vereyim?" Bende bunlar önemlidir yani sormak lazım.
"Mercimek çorbası diyarının." Ben hariç masadaki herkes komik arkadaşımızın yaptığı şakaya güldü nesi komik Allah aşkına. Yani ne var sonuçta sayılı yemek yiyorum ve mercimek çorbası en sevdiğim ilk üçte.
"Seren." Dememle masada ki herkes bana odaklandı. "Seren ben memnun oldum. Aslında sanırım sadece ben memnun oldum baksanıza Bartu'nun yüzüne." Şakacı kızım vallahi. Şu çocukları bir daha görmeyecek olmak ne kadar güzel ya.
"Ben Onur şu yanıma ki de Ege. Masanın başında oturan ağamızda Kazım ağa." Buna ben bile güldüm doğrusu. Onur genellikle sakin olan kişiydi sanırım. Çok konuşmazdı ama konuşunca da boş konuşan biri galiba.
"Evet ben Kazım ağa. Şaka bir yana şimdi adımı söylemezsem hiç öğrenemezsin Yunus ben memnun oldum." Bu çocuk Ege'yle flört eden değil mi ya?
Aman neyse bana ne?
"Şimdi Kraliçem izninizle neden o saatte parkta olduğunuzu anlatmak ister misiniz?" Yunus oğlum bu nasıl cümle kurmak ya.
"Belki." Size ne kardeşim Allah Allah. "Ne zamandır o sitedesin peki?" Bartu'dan zekice sorular. Belki buna cevap verebilirim.
"Orası karışık. Aslında ev 20 yıllık ama ben 5 yaşındayken Rusya'ya taşındım küçük yaşlarda başka bir dil öğrendiğim için Türkçe aksanım biraz garip evet. 14 yaşında geri geldim." Elimde olsa Rusya'ya yine giderdim.
"Kaç yaşındasın ki?" Bunu daha çok korkuyla sordu sanki?
"18'den küçüğüm korkma senden büyük değilimdir." Bu söylediğime keyiflendi sanki.
"Neden gittin?" Bartu çok sorgulayıcı demek isterdim ama en az 2 saat önce parkta karşılaştığı kızı merak ediyor olmalıydı ki en doğal hakkı.
"Önemli bir sebebi yok aslında teyzemler oradaydı beni hiç görmemişlerdi ve bizde ailecek tatil için Rusya'ya gitme kararı almıştık ama ben orayı sevince yaklaşık 10 yıl kadar orada kaldım." Aksanım kulağa garip geliyor olabilirdi ama onlar benim ilk geldiğim zaman ki aksanımı duysalar...
Çok kötü ya hatırlamak istemiyorum.
"Vay be ben kıçımı kaldırıp mutfağa gidemiyorum." Dedi Onur. "Sizin ev çok büyük ben olsam bende gidemem." Onur genellikle konuşmuyor dinliyordu ve ona göre yorum yapıyordu. Bu özelliği çok iyi hissettiriyordu nedense.
Ve konuyu anlatmak istemediğim de üstüme gelmemeleri onlara karşı büyük bir saygı duymama sebep olmuştu.
"Biz de o sitedeyiz 15 yıl anca olmuştur. Seni ilk defa gördük evden çıkmıyor musun?" Başımı olumlu yönde salladım. "Nasıl okula da mı gitmiyorsun?" Şok içinde söyledikleriyle kafamı kaldırıp Bartu'yla göz göze geldim.
"Üstüme iyilik sağlık ne alaka gidiyorum tabi ki de. Eğitimsiz hayat mı geçermiş? En azından evde yatarken sıkılıyorum da gidiyorum ya." Yalan değil haftasonları gezmeye gitmezsem sıkılıyor ve okula gitmek için dua ediyordum.
Yunus,Ege ve Onur kendi arasında konuşurken Bartu hiç bir hareketimi kaçırmak istemezmiş gibi beni izliyordu.
Çorbam bittiğinde diğerleri bitirene kadar oyalanmak için cebimden telefonumu çıkardım. Sessizde bıraktığım telefonuma gelen mesajlar ve aramaları sayamazdım.
Ece'nin mesajlarını okumak için telefon ekranına dokunmam, Soner'in beni araması ve benim yanlışlıkla açmış bulunmamla hızla ayağa kalktım.
Masada ki herkesin bakışları bana dönerken Soner'in sesimi duymaması için sesimi kapattım. "Şey eee beni biri aradı izninizle dışarıda konuşup geliyorum." Diye kısa bir açıklama yapıp koşar adım dışarı çıktım.
Sesimi açtım ve Soner'i dinlemeye başladım.
"Seren nerdesin sen? Saat kaç haberin var mı? Tüm polis teşkilatı peşinde kızım nerdesin sen? Konuşsana Seren nasılsın iyi misin nerdesin?
"İyiyim sorun yok yemek yiyorum birazdan eve gelirim." Sesim çok kısık çıkmıştı ama konuşmam büyük ihtimalle dinleme altındaydı o yüzden ne dediğimi anlamışlardır.
Daha fazka yerimi belirtmemek adına kısa bir şekilde beni aramamalarını eve geleceğimi söyleyip konuşmayı kapattım.
Arkama dönmemle Bartu'yla karşılaşmam bir oldu. Şimdi gelde sapık deme.
Tam yumruğumu 4.kez yüzüne geçirecekken elimi havada tuttu. Tuttuğu elime bakıp konuştu.
"Elini tutmamak lazım şimdi. Sevgilin kızar malum." Dedi ve elimi bıraktı.
Bi dakika ya ne sevgilisi?
Hassiktir.
Soner'i aşkım diye kaydetmiştim.
855 kelime..
Bundan sonra sınır koyuyorum.
Sınır:20 yorum 5 oy
Allah'a emanet.