bir buçuk saat süren bir yolculuğun ardından sonunda katsuki arabayı durdurmuştu. izuku arabadan inerek çevrede gözlerini gezdirdi. arkasının sahil olduğu belli olan ve ormanın içinde bir restorandı burası. etrafı incelemeyi bitirmişken kendisine uzatılan kolla şaşırdı omega. yeşil gözleri alfanın kırmızılarıyla buluştuğunda yüzünde gezindi. hoş bir gülümseme vardı dudaklarında.
bir an tereddüt etse de koluna girdi katsuki'nin. birlikte valeye doğru yürüdüler. izuku katsuki'nin valeyle konuşmasını beklerken valenin kırmızı şeridi kaldırarak "hoş geldiniz bay bakugou." demesiyle şaşırmıştı. birlikte içeriye girdiklerinde iç kısmın şıklığı izuku'yu büyülemişti. yanlarına gelen garson ikisini masalarına götürüp oturmalarını bekledi.
katsuki önce izuku'nun sandalyesini çekerek onu oturttu. kendisi de karşısına oturdu. garson menüleri dağıttı ve biraz uzaklaştı. ikili siparişlerini verdikten sonra katsuki "ee, biraz kendinden bahset." dedi. sanki hiçbir şey bilmiyordu hakkında. izuku omuz silkti. "neden ki? sonuçta bu geceden sonra görüşmeyeceğiz." katsuki gözlerini kaçırdı. bunu biliyordu ancak onun ağzından duymak canını yakmıştı.
"neden öyle dedin be gülüm? ben belki arkadaş olmak istiyorum?" izuku başını iki yana salladı. "ben hala topu senin attığına eminim. hinata'yı tanıyorum. o gelir ve özür dilerdi. ama sen geldin, demek ki bana hem yalan söylüyorsun hem de topu sen attın." dedi gözlerini kısarak. katsuki yakayı ele vermiş olsa da hala oyununu sürdürebilmek için sustu. "sustuğuna göre doğru. üzgünüm ama bu geceden sonra gerçekten bir daha konuşmayacağız."
katsuki cevap verecekken önlerine gelen sunumla susmak zorunda kaldı. yemeğe başlamadan önce bir süre kendi düşündüklerine güldü. "göreceğiz yavrum, göreceğiz." izuku yemeğe başlamadan önce bir süre etrafı incelemişti. ahşap zeminin üzerinde beyaz örtülü masaların örtülerinin kenarlarında altın renk şeritler vardı, sandalyelerle uyumluydu. her masanın üstünde kristal avize sarkıyordu. aralardan sarkan hasır püsküller, renk renk çiçekler ve örgü lambaların içinde yanan kokulu mumlar hem hoş bir görüntü oluşturuyor hem de hoş bir koku yayıyorlardı. izuku bu ortama bayılmıştı.
yemekleri bittikten sonra birlikte sahile inmişlerdi. izuku ayağındaki topukluları eline almış, pantolonunu da çantasında bulundurduğu lastiklerle kıvırmıştı. dalgaların usul usul kıyıya vurduğu hafif rüzgarın deniz kokusunu burunlarına kadar getirdiği bir geceydi. gökyüzünde yıldızlar parlak, ay yusyuvarlaktı. "bu gece ay çok güzel." dedi izuku. katsuki gülümsedi. "evet, çok güzel." diye cevap verdi.
kış ayında olmalarına tezat burada hava ılıktı. izuku bordo bluzuyla duruyordu. çanta ve ceketini katsuki'ye vermişti. "saat kaç bu arada?" diye merakla sordu izuku. katsuki kolundaki saate bakmış ve "gece iki." demişti. izuku'nun gözleri büyüdü. "oha ne ara gece iki olmuş. hadi eve gidelim, babam kızacak." dediğinde koşmaya başlamıştı. katsuki'de onu takip ederek ilerlediğinde birkaç adımda yetişmişti ona.
ahşap verandaya geldiklerinde izuku paçalarını indirip ayakkabılarını giydi. katsuki ile verandaya çıkıp içeriden ön tarafa gelerek valeden arabayı istemişlerdi. vale arabayı getirip anahtarı katsuki'ye verdi ve iyi akşamlar dileyerek yerine döndü. birlikte arabaya bindikten sonra yine bir buçuk saatlik bir yolları vardı ancak bu sefer ikiside sessizdi.
sessiz geçen yolculuk sonunda izuku'yu eve bırakan katsuki izuku'ya eve girmeden önce "bu kadar kolay benden kurtulacağını sanma prenses." dediğinde izuku göz devirmiş ve anahtarla kapıyı açarak içeri girmişti. arkasında da pişkin pişkin sırıtan bir alfa bırakmıştı.
izuku mutfağa su almak için girip ışığı yaktığında masada oturan babasıyla irkilmişti. "ooo izuku bey," dedi babası. izuku gergince gülümsemiş ve "babacığım?" demişti. "otelinize hoş geldiniz demek isterdim ancak tüm odalarımız dolu efendim." babasının ne kadar şakacı bir insan olduğunu söylemiş miydi? babası çok şakacı bir insandı. "ben odama geçeyim, sende rahat rahat uyu babacığım odana gidip." dedi gülümseyerek izuku.