Arkadaşlar bu bölüm gelecek bölümlerde bir spoiler bölümü. Bu bölüm, aslında gelecek bölümlerin nasıl ilerleyeceğini hakkında bir besleyici bölüm olacak. Spoiler olacak fakat hikayenin akışını etkileyecek önemli bir spoiler yok bu bölümde. Ve bu bölüm ilahi bakış açısıyla yazılacak. Haydi, bu kadar tanıtım yeter, bölüme geçelim :)...
Karanlık, kasvet yüklü bir ormanın içerisinde Noah ve arkadaşları yürüyorlardı. Yürüdükleri orman, lanetin ele geçirmiş olduğu ve lanetin muhafızları tarafından korunan bir ormandı. Bu ormanda lanet dışında hiçbir varlık yoktu, Noah ve arkadaşları dışında... Ormanının ağaçları bile yanmış, odun parçası olarak küle dönmüş toprak zeminde duruyorlardı. Havada kül kokusu ve ağır bir is vardı.
"Bizi buraya ölelim diye gönderdiler!" diye bağırdı Altair. Arthur da Altair'i doğruladı.
"Kesinlikle." dedi, bulunduğu ortamdan şikayet edercesine. Noah ise hiçbir şey demiyor, sadece en önde yürüyordu.
Altair, hırıltılı bir sesle, "Bir şey demeyecek misin Noah!" diye çemkirdi.
Noah ise buna da bir tepki vermedi.
"Ayrıca," diye devam etti söze Altair. "Nereye gidiyoruz? Her an lanetin muhafızları ile karşılaşabiliriz!"
Noah, hafif bir tebessüm edip,
"İyi ya," dedi. "Ben de onları arıyorum."
Arthur ve Altair birbirlerine baktılar. Noah'ın kafayı yediğini düşünüyordu Altair. Arthur'u kolundan tutup durdu ve kısık bir sesle,
"Dinle, bize öncülük edecek adam gerçekte bu mu?! He! Seçilmiş kişi bu mu sence!"
Arthur bir süre sessiz kaldıktan sonra,
"Evet," diye yanıtladı. "Bizden daha güçlü, zeki."
Altair tıslamaya benzer bir sesle,
"Saçmalama!" diye çemkirdi. "Noah güç zehirlenmesi yaşıyor! Kendini o kadar güçlü görüyor ki lanetin muhafızlarını bile yenebileceğini sanıyor! Saçmalık! Artık bu ekibin gerçekten gerçek bir lidere ihtiyacı var! Aklı başında, zeki ve korkusuz bir lidere. Baksana, bunun yüzünden Anafer okulundan atıldık, bizi ölüme sürgün ettiler!"
Noah, sakin adımlarla yürümeye devam ediyordu. Altair ile Arthur'un konuştuklarından haberdardı fakat bir kere bile dönüp onlara bakmamıştı. Altair,
"Seni bilmem ama ben bu saçmalıktan çok sıkıldım." dedi, belinden keskin bir hançer çıkarıp Noah'ın arkasından ilerledi. Arthur, Altair'i durdurmak istedi fakat artık çok geçti.
"HEY!" diye bağırdı Altair. Noah, durdu, fakat arkasını dönmedi. Altair,
"Sen seçilmiş kişi filan değilsin! Güç zehirlenmesi yaşayan, her boku becereceğini sanan aptalın tekisin!"
Noah, yüzünü Altair'e döndü. Yüzünde hiçbir mimik yoktu. Öylece duruyor, bir şey de söylemiyordu. Kuzgun siyahı saçlarını geriye yatırmıştı fakat sert bir rüzgar estiği için saçları hareketlendi, küçük bir kıvrım sol gözünün altına düştü. Tam bu sırada yine yağmur yağmaya başladı. Noah,
"Altair." dedi sakin bir sesle. "Gerçekten beni öldürebileceğini mi düşünüyorsun?"
Altair, yere diz çöküp bağırmaya başladı. Gücünü ortaya çıkarıyordu. Derisi kalınlaştı, yüzündeki yaralar kan kırmızısına döndü, ayağa kalkıp elindeki hançere dokundu. Hançer, yanmış bir orağı andıran bir hale dönüştü.
"Sen seçilmiş kişiysen beni yenersin! Ama yanıldığını anladığında her şey için çok geç olacak! İtaat et! Bana itaat edin!" diye bağırdı.
Noah gözlerini yumdu. Yağmurun şiddeti arttı. Gözlerini tekrar açtığında koyu kırmızı gözler gelmişti. Sol elini, sağ elinin üzerine götürüp sanki bir kılıç kılıfı çıkarıyormuş gibi sola doğru yavaşça çekince keskin bir kılıç elinde belirdi. Noah'ın kaşları çatıldı fakat hiçbir şey söylemiyordu. Yüzünde oldukça ciddi, biraz da korkutucu bir ifade vardı. Altair, bağırarak Noah'ın üzerine doğru koşmaya başladığında Noah sadece gülümsedi. Kılıcının tuttuğu yeri sıktı, hafifçe öne eğildi. Sonrasında o kadar ani ve hızlı bir hareketle ileri doğru sıçradı ki, kavgayı izleyen Arthur bile ne olduğunu anlayamamıştı. Noah, müthiş bir hıza, çevikliğe sahipti ki bu yeteneğini ne Arthur ne de Altair, hiçbiri bilmiyordu. Altair'in bağırması durdu, sadece birkaç saniye sonra da dizlerinin üstüne düştü, dönüşümü yok oldu, eski haline insana döndü. Bağırsaklarından boynuna kadar derin bir kesik vardı vücudunda. Ağzından, yarasında koyu kırmızı kan akmaya başladı. Birkaç hırıltı çıkardıktan sonra yüz üstü toprağa düştü.
Altair'in Noah'a kafa tutması tam anlamıyla bir saçmalıktı fakat Noah'ı küçümsemenin bedelini canıyla ödemişti. Noah, seçilmişler arasında sayılı bir seçkindi. Güçlü, zeki ve oldukça çevik bir seçkindi Noah. Aslında artık bir seçkin değildi, Anafer tarafından kovulmuş, lanetin hüküm sürdüğü bu vadiye gönderilmişlerdi. Noah'ın gözleri eski haline döndü, yağmur kesildi. Kılıcını tekrar gizleyip Arthur'a döndü.
"Senin de böyle düşüncelerin varsa bunu tam da şu an söylemelisin." dedi sakin bir ses tonuyla. Arthur,
"Hayır," diye yanıtladı, korkuya kapılmış bir şekilde. "Benim böyle saçma bir düşüncem yok."
Noah'ın gözleri yine kan kırmızısına döndü, yüzünün çehresi değişti. Arthur,
"Ne oldu?" diye sordu. Noah, sakinliğini koruyarak,
"Buradalar!" dedi. "Sesleri duymuş olmalılar."
Noah arkasını dönüp ormanın derinliklerinde bir yere baktı. Arthur da aynı yere bakıyordu fakat hiçbir şey göremiyordu. Bir tepede, üç atlı belirdi. Lanetin muhafızları, doğruca Noah ve Arthur'un olduğu yere doğru bakıyorlardı. Artık Arthur da ölümü görebiliyordu... Arthur,
"Noah, sanırım gitsek iyi olacak!" diye mırıldandı. Noah hiçbir şey söylemedi fakat Arthur haklıydı. Noah güçlü olsa da muhafızlara karşı pek bir şansı yoktu. Noah, gözlerini muhafızlardan ayırmadan, sakin bir ses tonuyla.
"Git buradan." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
QUNARİ; SEÇİLMİŞ
Viễn tưởng"Bugünden sonra hayattaki tek amacım intikam! Ve bir gün siz bu intikam ateşi ile yüzleşeceksiniz!" ---- "Onun gözlerine bakmak, bu dünyadaki bütün güzelliklere bakmak gibi bir şeydi." ---- "Bana verilmiş en büyük yetenek, senin içindeki güzelliği...