İlk Seçilmiş: Noah!

57 18 24
                                    


Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.



Noah, elmasa dokunduğun anda daha önce hiç görmediğimiz bir şey oldu. Gerçekten muhteşem bir albeni, yer altından çıkıp sınıfa dolmuş gibi bir gölge Noah'ın sağ elinden yayılarak bütün kolunu, ardından da bütün vücudunu kaplayıp hemencecik gözden kayboldu. Sınıftaki herkes oldukça şaşkın bir şekilde olanları idrak etmeye çalışıyordu. Sadece biz değil, Kristoff da oldukça şaşkındı.

"İnanılmaz..." diye sessizce mırıldandı. Fakat herkes bu kadar büyülenmişken Noah hiç tepki vermiyor, sanki böyle bir şeyin olacağını önceden biliyormuş gibi soğukkanlılıkla duruyor, gözlerini bile kırpmadan elindeki elması inceliyordu. Bu sırada şiddetli bir yağmur yağmaya başladı fakat bunun Noah ile bir ilgisinin olduğunu sanmıyordum çünkü sabah zaten hava kapalı, soğuktu. 

"İlk seçilen kişi, Noah oldu. Açıkçası elmas hakkında birçok bilgiye sahibim fakat böyle bir tepki vereceğini bilmiyordum. Şaşırtıcı. Evet Noah, yerine geçebilirsin." 

Noah, sakin adımlarla yürüyüp yerine oturdu. Bütün gözler onun üzerindeydi. Bu durum açıkçası biraz canımı sıkmaya başlamıştı. İnsanların bu kadar ilgisini çekecek ne vardı bu çocukta?! 

Kristoff, "Biraz ara verelim. Yarım saat sonra tekrar buluşalım. Elmasın bu kasveti hepimizi yordu anlaşılan." dedi ve kutuyu kapatıp odadan ayrıldı. Noah, oturduğu yerden kalkıp elleri cebinde, rahat bir tavırla ve neredeyse kimseyle göz teması dahi kurmadan kapıya doğru yürüdü. Ben de oturduğum yerden kalktığım sırada yanımıza uzun boylu, esmer, atletik vücutlu bir genç geldi. Uzun siyah saçlarını toplamış, siyah kapüşonlu hırkasının kapüşonunu kafasına geçirmişti. Beni görmemezlikten gelerek elini Ash'e uzattı.

"Merhaba." dedi sakin bir tavırla. Ash, bu genç adamın elini sıkarak,

"Merhaba." diye yanıt verdi. 

"Ben Arthur."

Ben kalabalıktan sıkıldığım için konuşmayı dinlemeden bir an önce kapıya doğru yürüdüm. Şiddetli yağan yağmur biraz olsun durulmuştu ama tam dinmemişti. Dışarıya çıktığımda temiz, serin bir hava yüzüme çarpmış, bu durum hoşuma gitmişti. Sakin bir köşeye geçip dinlenmek istiyordum fakat hemen hemen her yer küçük gruplar halinde işgal edilmişti. Herkes birbiriyle sohbet ediyor, tanışıyorlardı. Az ileride, tek başına duran Noah'ı gördüm. Bir duvara yaslanmış, kollarını birbirine dolamış bir şekilde duruyor, etrafına bakınıyordu. Tekrar göz göze geldik. Bir süre beni inceledi, fakat bu defa gözlerimi kaçırmadım. Hatta daha fazlasını yapıp yanına doğru yürümeye başladım. Gözlerini bir an olsun benden ayırmıyordu. Keza ben de öyle. 

Ona dostça elimi uzatıp,

"Merhaba seçilmiş kişi." dedim. "Ben Qunari." 

Elim havada, karşıdan bir tepki bekliyordum. Elimi sıkmayıp aynı pozisyonda, kolları birbirine dolanmış bir şekilde durdu. Gözlerini benden alıp yine karşıya, boş araziye bakmaya başladı. Elimi indirdim. Onun gibi duvara yaslanıp kollarımı birbirine doladım ve onun gibi boş araziyi seyre koyuldum.

"Pek dost canlısı değilsin sanırım." 

Noah, yine tepki vermedi. 

"Buralı mısın? Seni daha önce hiç görmedim." 

Yine sorularıma cevap alamadım. Bu adamın bu tavırları gerçekten iyiden iyiye canımı sıkmaya başlamıştı. Sinirlenip tekrar karşısına dikildim.

"Dostum, dinle. Sen seçilmiş birisisin ve muhtemelen ben de seçileceğim. Seninle bir ekip olacağız. O yüzd...." lafımı bitirmeden araya girdi. Soğuk, sakin bir ses,

"Seninle asla ekip olmayacağız." dedi. 

"Neden ekip olmayalım? Amacımız aynı değil mi?"

Noah yine sustu cevap vermedi. Az önceki sessizliğine bürünüp karşısına bakmaya devam etti. Ama bu defa sessizliği kısa sürdü. 

"Benimle aynı sınıfta olamazsın."

Arkama yaslanıp iç çektim.

"Belli olmaz ama daha seçileceğim bile belli değil." 

Noah, yine kendinden emin, sakin bir ses tonuyla.

"Seçileceksin." dedi. Seçileceğimi biliyordum fakat bunu duymak yine de hoşuma gitmişti.

"Nereden biliyorsun?" diye sordum fakat cevap alamadım. Tam bu sırada bize doğru yürümekte olan birini fark ettim. Yüzünde alaycı bir gülümseme, başı hafif önde, kambur bir şekilde bize doğru yürüyen bu kişiyi de daha önce görmemiştim. Pis pis sırıtarak karşıma geldi.  Beyaz saçlarını geriye doğru yatırmış, tıpkı Noah gibi o da baştan aşağı siyah giyinmişti. Yüzünün hemen her yerinde ince yaralar vardı. Gerçekten çok enteresan, insanın içine huzursuzluk yayan bir tipti. Bana hiçbir şey söylemeyip Noah'ın yanına geçip elini uzattı. 

"Altair." dedi, hiç selam vermeden. Noah, elini sıkacak mı diye bekledim fakat benim aksime Altair'in elini sıktı. Ama yine de hiçbir şey söylemedi. Altair, sanki yıllarca tütün içmiş gibi boğuk bir ses tonuyla konuşmaya başladı.

"Şeytan bir gün gökyüzünde süzülürken bir melek gelmiş yanına, demiş senin burada ne işin var, yeryüzüne insene. Şeytan da demiş ki, ne gerek var, Altair var ya! Ha ha ha!" sonra yine karşıma gelip, gözlerini kocaman kocaman açıp bana baktı. "Şeytanla melek dost olmaz. O yüzden bence buradan gitmen gerekiyor."

Artık gerçekten Altair'den rahatsız olduğum için yanlarından ayrıldım. Noah da o vibe'ı almıyordum fakat Altair gerçekten dost olmak istediğim biri asla değildi. Kapının önünde Kristoff'u göründü.

"Evet çocuklar! Bu kadar mola yeter, kaldığımız yerden devam edelim, haydi sınıfa!"


QUNARİ; SEÇİLMİŞHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin