"Neredesin oğlum sen?"
Masasına ilerleyip yüzünü sıvazladı. Kumral saçları özensizce geriye taransa da iyi görünüyordu. Lenslerini takmayı unutmuş ya da tercih etmemişti, yuvarlak çerçevesiz gözlükleri burnundaydı.
"Sorma Changbin sorma hiç."
Bu lafıyla dikkatimin tümünü ona verdim.
"Sordum bile. Jisung sana sövüyordu, gece buraya mı gelmiş?"
Ofladı. Bir şeyi aranarak masasıyla sandalyesi arasında dolandı. Yerlere baktıktan sonra pes ederek koltuğuna attı kendini.
"Evet."
"Hmm?"
"Bana çalışma bırak sonra konuşuruz dedin, ben de çıkmaya hazırlanıyordum."
"Ee?"
"Sonra o geldi."
"O?"
"Han işte."
"Hmm."
"Of Changbin, boş ver. Ne konuşacaktık biz? Grafikler?"
Koltuğumda diklenip parmaklarımla çenemi tuttum. Ona sert bir bakış fırlatsam da bilgisayarını açıp masasını toplamayı sürdürdü. İlk defa bu kadar dağınık olmasını Jisung'un uykusuna bağlayabiliyordum.
"Peki Felix?"
Bana baktı. "Felix mi?"
"Evet."
"O kim?"
Kaşlarımı çattım. İsminin Chan'a herhangi bir çağrışım yapmaması şaşırtmıştı. "Yeni stajyer?"
Gözle görülür biçimde yüzünü buruştururken, "O mu? Hiç bahsetmesek ya," deyiverdi. "Gece gece burada ne yapıyordu anlamadım zaten."
"Chan," dedim neredeyse sinirlenerek. "Şunu insan gibi anlat. Sonra grafikleri tartışacağız, hadi."
Topladığı kağıtları dosyaya tıkıştırıp mavi kapağı sertçe kapadı. Sakinleşmesini bekledim.
"Jisung," diye tuhaf bir tonda başladı. Ona ismiyle hitap ettiğini duymayalı çok olmuştu. Konunun ciddi olduğunu anlamam uzun sürmedi. "Ben çıkacakken geldi, şarap getirmiş yanında. İçelim biraz dedi. İstemedim tabii. Kızdı, gıcıklık yapıyorsun Chan bey dedi. Bir sürü şey daha söyledi bilirsin nasıl olduğunu. Neyse biraz içtik oturduk, konuşmadık hiç, sonra..."
Anlatırkenki yüz ifadelerinin değişimini beynimde tartıyordum. Dün gece keyifli olmaktan çok Chan'ı üzmüş gibiydi. Devamını anlatmakta tereddüt ediyordu. "Sonra?" diyerek teşvik ettim onu. Bir anlığına bana baktı, ağlayacak gibiydi ve sadece bir saniye sürdü. Chan'ı tanıyordum. Jisung'un geceki ziyareti onu yaralamış, acı vermişti. Neden sonra vazgeçti. Yüzü çabucak kayıtsız bir hal aldı.
"Sonra gömleğime şarap döküldü. Han'ın odasında tişört varmış, gidip alacaktım. Üzerim çıplakken karşı ofise geçmek istedim. Sonra stajyer- Felix miymiş, onunla denk geldik. Gerçekten bunu konuşmamız gerekecek- ne işi varmış? Elim ayağıma dolandı. Çocuk donakalınca ne yapacağımı bilemedim. Önceki iki karşılaşmamız da talihsizdi, bunu da batırdım, Han'ın ofisine kaçtım. Üstüme uygun bir şey bulup- saat kaçtı bilmiyorum- çıktım şirketten."
Şaşkınlıkla başımı aşağı yukarı salladım. Oysaki aklımdan neler geçmişti. Kendime şaşkındım. Ardından Chan'ın yine stajyerden kaçması ve Jisung'u yalnız bırakmasına şaşkındım. Hafifçe güldüm.
Gözlüğünü çıkarıp iki parmağının arasında burun kemiğini ovdu. "Neyse iş. İşe odaklanalım." dedi, yeniden gözlüğünü taktı.
"Bay Park'la konuşman gerekecek," dedim bir saniye sonra. Kafasının işle dağılmasını umdum. Onu böyle kötü görmek hoşuma gitmiyordu. "Dosyasını yolladım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
big jet plane - changjin
Fanfictionchangbin: benim insanlara adıyla seslenememe gibi bir problemim var da sana sevgilim diyebilir miyim [texting, düzyazı] [love at the first sight] [yan ship: chansung]