Geçirdiğim en düşünceli, en sıkıcı hafta sonundan sonra tekrar ofise geldiğim için mutluydum. Çünkü bu iki günde, Chan benimle minimum iletişime geçmiş, Jisung mesajlarıma bile bakmamıştı. Hoş, umursamamak Jisung'un sık yaptığı bir davranışken Chan'ın bana, neler olduğunu anlatmaktan açıkça kaçması sinirime dokunmuştu. İşte bu sebepten -pamuk şeker prensinin burnumda tütüşünü de dahil etmek lazım- akşamları şirkete gelip kendime yapılacak iş çıkarmıştım. Meşgul olmak, kafamı düşüncelerden uzaklaştırama olanak sağlıyordu. Fakat bugün pazartesiydi. Chan işyerinde olmak zorundaydı.
Hyunjin de öyle.
Ama yalan söylemeyeceğim, bu iş (yani yalnızlık) canımı sıkmıştı. Hayatımda birileri varsa, bunlar Chan ve Jisung'tan başkası değildi çünkü.
Onu dahil edebilir miyim bilmiyorum. Kendini benim hayatımda görüp görmediğinden emin değildim, olamazdım da. Henüz tabii.
Parmaklarım klavyenin harflerinde sinirle mekik dokurken masamın önüne düşen bir gölge seçtim. Kaşlarımı sorgularcasına kaldırdım. "Kime bakmıştınız?"
Güldü, elinde tam da şimdi farkına varabildiğim kalın mavi dosyalardan tutuyordu, yana bıraktı. "Eva Williams ile görüştüm," dedi ilk olarak. "Baloya katılacak tüm yatırımcıların listesini çıkardım. Bence kesinlikle orada olmalıyız."
Somurttum, ilgilenmiyormuş gibi, "Peki." deyiverdim dudaklarımın arasından.
"Hey, haklısın, tamam. Seni biraz cevapsız bıraktım, özür dilerim."
Tuşları kırıyor olabilirdim. "Umrumda değil Chan, kocaman iş insanısın," dedim alayla. "Mesaj kutuna ya da son aramalarına dönmek senin için zor olabilir. Mail atmam gerekirdi."
"Changbin..."
"Gerek yok. Öğle molasına çıkıyorum Chan Bey." diyerek yerimden kalktım. Onun yüzüne dahi bakmıyordum. Evet, elbette trip atacaktım. Jisung'a da tabii ki. Hak etmişlerdi.
"Ama saat daha-" diyecek olduğunda ofis kapısından çıkmak üzereydim.
"Geç mi kaldım?!"
Derin bir iç çekip ona baktım. Nefes nefeseydi, elinde de içinde tatlı olduğunu tahmin ettiğim bir poşet tutuyordu. Ayrıca bana ve Chan'a süt dökmüş kedi bakışları atıyordu.
Beklediğimden daha hızlı bir sürede, Jisung'u sabah vakti şirkete koşturmuş görmemin nedeniyle oluşan o şok etkisinden hemen sonra, çekilip teptiğim yolu gerisin geri aldım ve koltuğuma döndüm.
Tam şimdi, ikisi, avans istemeye gelen çalışanlar gibi mahçup bir halde karşımda dururken birbirlerine -çakmadığımı sandıkları- kaçamak bakışlar veriyorlardı.
Gülmeye başladım.
Muhtemelen esip gürlememi, telefonlarıma çıkmayıp sonra arayacağım başlıklı ufak mesajlar bıraktıkları bu iki günün hesabını sormamı beklediklerinden gözlerim yaşaracak kadar kuvvetli kahkahamı şaşkınlıkla dinlediler bir süre. Daha sonra tepki veren ilk kişi Jisung oldu.
"Changbin abim, sana en sevdiğin donutlardan aldım! Ve inanmayacaksın; artık erken uyanabiliyorum! Bu da demek oluyor ki şirkete geleceğim! Evet evet, Bayan Kim'e söyleyeyim, ofisimi daha sık temizlesin..."
Onun açıklamaları gülüşümü şiddetlendirdiğinde -çünkü çabalayışı ve yüzündeki telaşlı ifade çok komikti- nihayet Chan araya girdi. Masama yaklaşıp elini uzatma gereği bile duydu. "Changbin," dedi babacan bir tavırla. "İyi misin?"
Neredeyse korkunç derecede bir hızla kendime geldim. Ve evet, bundan da ürkmüşlerdi.
"İyiyim," dedim. Poşetin içindeki renkli paketleri çözmeye çabaladım. "Haydi, tatlı yiyelim, tatlı konuşalım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
big jet plane - changjin
Fanfictionchangbin: benim insanlara adıyla seslenememe gibi bir problemim var da sana sevgilim diyebilir miyim [texting, düzyazı] [love at the first sight] [yan ship: chansung]