2005, Eylül'ün takvimdeki son yaprakları, 22.58
"Elisa yok!"
Seren Karaçay'ın haykırışı, etrafın her yerine yayıldığında koşarak bahçeye çıkan eşi, ilk başta hiçbir şey anlammamıştı; dökülen birkaç saniyenin ardından eşinin sesinden söylenen sözleri anladığında yanına gittiği ve etrafta kızını bulmaya çalışan eşini sakinleştirmek için bir şeyler yapmak yerine durduğu yerde gerçeği idrak etmeye çalıştı, ancak sıkışan kalbi ona böyle bir imkan bile tanımamıştı. Zira daha sonra eli kalbine gitmişti ve sıkışan kalbinin ona verdiği ağrıyı yok etmek için sol göğsüne vurmaya başlamıştı.
Annesinin çaresiz çığlığını duyan çocukları onların yanına, bahçeye çıktıklarında annesinin etrafta koşturduğunu görmüştü. Etrafta onlardan başka birkaç kişi daha vardı. Gecenin soğuk ve ıssız karanlığında bu kişilerden birkaçını tanıyabilmişti. Her zaman babalarının yanında gezen bir adam, çaresizce kalbine vuran adamı sakinleştirmek için ona anlamadıkları bir şeyler söylüyordu.
Anlamaz bakışlarla etrafa bakan erkek çocukları annelerinin yere çökerek ellerini yüzüne kapattığını görünce birbirlerine bakarak onun yanına koştular. Seren Karaçay birkaç dengesizce atılan adımlarının çıkardığı sesi duyduğunda ellerine bastırdığı başını kaldırdı ve onu meraklı ve endişeli gözlerle izleyen üç oğluna baktı. Kollarını açtı oğullarına ve kolları arasına giren çocuklarını sanki bir şeylerden koruyormuş gibi kucağına bastırdı.
O sırada birkaç adım sesi daha duyup kapattığı yaşlı gözlerini açtı ve derbeder olmuş adımlarla yürüyen eşini fark etti. Zorla yürüyebilen adam, onların yanına ulaştı ve dördünün de saçlarına öpücük kondurdu. Kadının çaresiz ve endişe dolu gözleri üzerindeyken gözyaşlarını dökmemek adam için çok zordu, fakat o, bir şekilde dayandı ve kendini tuttu. Yanlarından geçip giderken gözlerine sonsuz bir öfke hapsoldu ve bu öfke, geçen on dokuz yıl içinde ailesinden başka herkese karşı büyüyecekti.
Birden bütün evi bürüyen bir ağlama sesi çocuklarına sarılan kadının kulaklarına ulaştı ve kadın daha büyük bir şiddetle ağlamaya başladı. İkizinin yokluğunu hissetmiş gibi ağlayan Adin Karaçay, ileriden gelen on dokuz yıl boyunca onun eksikliğini hissettiği her an, yani yaşadığı her saniye ağlayacaktı.
Kardeşinin ağlaması ve annesinin onlardan ayrılması üzerine çocuklar birbirine baktı, onlardan en büyüğünün elini tutan adama baktıklarında babalarını sakinleştirmeye çalışan adamın olduğunu gördüler. Ona uyarak eve doğru yürümeye başladıklarında dokuz yaşındaki Reha, etrafta gözlerini gezdirirken annesinin serasında karanlığın ardından bile parlayan o bakışlara gözleri takıldı. Gözleri yavaşça kesiştiğinde Reha korku tüm bedenini sararken elini tuttuğu adamın ellerini sıktı yavaşça, sanki onu korumasını istercesine. Ancak onun aksine, bakışlarından korktuğu adamdan küçük kız kardeşini kimse korumayacaktı.
Çünkü, Elisa Karaçay günler sonra ona nefretle bakan kadının kızı olarak bir beşikte uyuyor olacaktı.
Ela Özsoy, işlediği günahın sebebi küçük bir bebekmiş gibi hayatı boyunca evlerinde yaşayan kız çocuğuna nefretle, tiksiniyormuş gibi bakacaktı.
Elisa Karaçay, on dokuz yıl boyunca Kenan Özsoy'un canından çok sevdiği kızı, Ela Özsoy'un bakarken tiksindiği günahı, İpek Özsoy'un biricik kız kardeşi Nalan Özsoy olarak büyüyecekti.
Nalan Özsoy için her şey normal ilerleyecekti, ta ki içinde hissettiği kırgınlığın günlerdir var olduğu zamanların birinde babasının telefonuna bir arama düşene dek.
Zamanın yok ettiği günahlar, sonbaharın getirdiği ayrılıklar ve kavuşmalar, solan baharlar ve çiçekler. Her şey, yine bir sonbahar ayında, yıllar önce Karaçay ailesinin gözlerinden düşen yaşlar gibi dökülecekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sol Göğsündeki Çiçek
General FictionAilesinden koparılıp bir günahın oyuncağı olan Nalan, bir sonbahar günü birisiyle tanışır, onun ikizi olduğunu bilmeden. Zaman geçtikçe kader onun için ördüğü ağlarını çözerek her şeyi daha karmaşık bir hale getirir. Bir akşam babasının telefonuna...