2

51 38 80
                                    

"Prenses Shannon. Hazır mısınız efendim?"

Derin bir nefes alıp toplantının yapıldığı büyük salonun kapısının açılmasını beklerken bana seslenen muhafızı başımla onayladım. Üzerimde sabah giyindiğimin aksine daha ağır ve gösterişli bir elbise giymiştim. Simsiyah olan elbisemin arka tarafı yerde sürünüyor, önü ise ayakkabılarımı açıkta bırakacak şekilde bileklerimin hemen üzerinde bitiyordu. Belimi sıkıca saran kalın kemerin her iki yanında uzun bağcıklar vardı ve Tina onları sonuna kadar sıkıp bağlamıştı.

Gözlerimi açığa çıkaran koyu makyajım ve ensemde sıkıca toplanmış saçlarım beni olduğumdan büyük göstermişti. Kabarık elbisemin üzerindeki taşlarla uyumlu olarak gümüş renk bantlara sahip siyah ayakkabımla da kombinimi tamamlamıştım. Başımın üzerine taktığım taç ince olsa da daha şimdiden ağır gelmeye başlamıştı. Bunu ömrüm boyunca takmam gerekecekti değil mi?

Muhafız kapıları açtığında içeriden gelen ışığa alışması için gözlerimi birkaç kere kırpmam gerekti. Genç adam kenara çekilip, geçmem için bana yol verdi. Yüksek tavanı kubbe şeklinde olan geniş toplantı salonunu boydan boya uzanan masada neredeyse 30 kadar kişi oturuyordu. Abimin kastettiği birkaç(!) büyücü ve kâhin bunlar mıydı?

Uzun masanın en uç kısmında, diğerlerine nazaran daha büyük ve gösterişli tahtında babam; Kral Daniel oturuyordu. Hafif bir reveranstan sonra masanın diğer ucuna, bana ayrılan tahta oturdum. Babam hafif bir öksürükten sonra ellerini çenesinin altında birleştirerek otoriter olduğunu düşündüğü bir ses tonuyla konuştu. "Prenses Shannon. Bildiğin üzere bu toplantının merkezinde sen vardın. Toplantının konusu ise senin Royal Academia'ya gidip gidemeyeceğindi. Benim fikrim hâlâ gitmemen yönünde. İkna olmuş değilim."

Gözlerimin yandığını hissettiğim anda babamda olan bakışlarımı kucağımda duran ellerime kaydırdım. Koca salonun içindeki 30 kişiden çıt dahi çıkmıyordu. Ağlama isteğimi engellemeye çalışarak başımı kaldırıp gülümsedim. Sonuçta babamın ömrümüz boyunca bizden istediği tek şey saygı değil miydi? "Siz nasıl uygun görürseniz efendim."

Ayağa kalkmak için yeltendiğim sırada salonda birinin tok sesi yankılandı. "Albert!" Babama sesleniyordu. İkinci ismini kullanmıştı ve bu samimi olduğunu belirtiyordu. Yalnızca annem ve birkaç arkadaşı babama bu şekilde seslenirdi.

Onun kim olduğunu öğrenmek için gözlerimi masada gezdirdim. Çoğu kişi şaşkın ve biraz da meraklı duruyordu. Yalnızca biri... Babamın sol tarafındaki hemen ilk koltukta oturan adam kaşları çatık bir şekilde babama bakıyordu. Uzun cüppesi ve uzun şapkasıyla büyücülerden olduğu belliydi. Babam surat ifadesi gevşerken adama döndü. "Kusura bakma Ivan. Çok endişeliyim."

Ivan... Bu isim bir yerden tanıdık geliyordu. Ivan... Ivan Castellan! Dauna cadı ve büyücülerinin lideri. Babamın da en yakın arkadaşlarından biri. Okul yıllarından beri beraberlermiş. Babamın Royal Academia'da olduğu zamanlardan beri.

İsminin Ivan olduğunu öğrendiğim adamla göz göze geldiğimizde bana cesaret vermek istercesine gülümsedi. "Bence Prenses Shannon artık kararımızı duymalı." Babam kararını az önce açıklamamış mıydı zaten?

"Sanırım haklısın Ivan." Bakışlarım şaşkınlık ve merakla babama kayarken babamın yüzünde belli belirsiz bir gülümsemenin oluştuğunu görür gibi oldum. Ama hayır! Yanlış görmüş olmalıydım. Muhtemelen bir ışık oyunu falandı.

"Shannon." Babamın normalden yumuşak çıkan sesine karşılık çekingen bir şekilde ona baktım. Hayır, yanlış görmemiştim. Cidden gülümsüyordu. "Toplantının kararı belli oldu. Bir ay sonra, yani 1 Eylül, dönem başı. Royal Academia'ya başlayacaksın. Bizi gururlandıracağına eminim." Kulaklarım uğuldamaya başlarken babamın son cümlesini belli belirsiz duydum. Gözlerim mi doluyordu?

KEHANETHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin