Birbirine yapışmış gibi görünen göz kapaklarımı zorlukla açtığımda ensemden başımın üstüne doğru keskin bir ağrı yayılıyordu. Bacaklarım ve özellikle de ayak bileklerimin neden bu kadar ağrıdığını fazla düşünmeme gerek yoktu. Dün saatlerce topuklu ayakkabılarla durmuştum ve hep ayaktaydım.
Yataktan zorlukla doğrulduğumda gözlerim duvardaki saate kaydı. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım. Öğleden sonra 2 olmasına az kalmıştı. Yataktan ağır hareketlerle inip banyoma yollandım. Oradaki rutin işlerden sonra da giyinme odama gidip üzerimdeki gecelikten kurtuldum.
Bugün koyu yeşil, keten ve kısa kollu bir elbise giymiştim ve sarı çiçekleri vardı. Saçlarımı da iki yandan bağlayıp omuzlarımdan arkaya attım. Ayağımda da koyu yeşil bez ayakkabılar vardı. Tacımı takmama gerek yoktu. Bugün özel bir gün değildi ne de olsa.
"Tina!" Çağrımın üstüne birkaç saniye sonra kapı tıklatıldı. "Gelebilirsin."
"Buyrun?" diyerek içeri giren kişi Tina'dan başkası değildi.
"Mutfağa haber verdirir misin? Kahvaltı istiyorum."
"Tabii ki," deyip yanımdan ayrılınca Tina, boydan boya cam olan balkon kapısını açıp dışarıya baktım. Hava fazlasıyla mükemmel görünüyordu. Dışarı çıkmak istediğimi hissettim ama sabretmem gerekliydi. Bir ay kadar sonra özgür olacaktım. Kurallar olmayacaktı...
Kapımın çalınmasıyla camdan uzaklaştım. "Gel."
Hiçmetçilerden biri kahvaltı tepsimi yatağımın yanındaki masaya koyup geri çekildiğinde, "Başka bir isteğiniz var mı?" diye sormayı ihmal etmedi.
Kahvaltı tepsisinde gözlerimi gezdirip, "Sanırım yok," diye mırıldandım. "Olursa isterim."
Genç kadın odadan çıktıktan sonra yatağıma oturup yemeye başladım. Her zamanki gibi, envai çeşit yiyeceğin sadece bir kısmını bitirebilmiştim. Doyduğumu hissedince, "Tina!" diye seslendim. "Kahvaltımı alabilirler." Dakikalar sonra başka bir kadın gelip tepsiyi aldı.
Bugünün nasıl geçeceği hakkında en ufak fikrim bile yoktu. 1 ay boyunca nasıl sabredeceğimi ise hiç bilmiyordum. Balkona çıkıp oturma düşüncesi de fazla sıkıcı geldiğinde aklıma daha eğlenceli bir fikir geldi. Ayaklarım beni kitaplığımın önüne getirdiğinde bakışlarım kırmızı desenli, buğulu cam görünümündeki defterimdeydi.
Kalemliğimden de cam kalemimi alıp yatağıma oturdum. Yatağımın yanındaki masayı da iyice yakınıma çekip defteri üzerine koydum. Ne yazacağım belliydi. Fakat nasıl yazacağımı bilmiyordum. Ama yazmak hakkındaki en sevdiğim şeylerden biri de buydu. Yazıya bir kere başlarsan devamı her türlü geliyordu.
Kalemi defterin üzerine koyduktan sonra kısık sesle konuşmaya başladım.
"Ben Shannon... Başlamadan önce kendimden bahsetmek istiyorum. Dauna prensesiyim. Evet çok klişe bir tanıtım oldu ama kendim hakkında dürüstçe kurabileceğim belki de tek cümle bu. Ailem biraz kuralcı. O yüzden neyi yapıp yapmayacağımı hiç düşünmedim. Sadece denileni yapıyorum ve bu cidden acınası. Keşke bu kadar sıkmasalar... Bugün 18 yaşımın ilk günü. Dün doğum günümdü ve tuhaf bir gündü. Pek çok kişiyle tanıştım ve çoğu iyi insanlardı. Ya da ben çok safım. Troy Sanchez, Daren ve Baron... Baron'dan bahsetmek istemiyorum. Onun hakkında sadece birkaç cümle yazacağım. O da senin için. Sen beni daha iyi tanı diye. Baron iyi biriydi. Dünü benim için mükemmel kıldı diyebilirim. Yaptığı pek bir şey de yoktu ama sesini duymak, varlığını hissetmek bile yetiyordu. İyi biriydi ama âşık değilim! Yanlış anlaşılmasın. Ama Baron ne kadar çekici geldiyse, Daren da o kadar itici. Kaba biri değil ama bakışları ve bazı sözleri rahatsız hissetmeme sebep oluyordu. Troy sempatik biri. Yakın arkadaş olsak eğlenceli bir tip olurdu muhtemelen. Belki Royal Acedemia'da yakın oluruz. Kim bilir? Bir de Airi var... Hikayesi kalbimi acıttı. Umarım mutlu sonla biter. Nasıl mümkün olacak bilmiyorum ama umut etmeye değer. Şimdilik bu kadar. Başka bir zaman tekrar yazarım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KEHANET
Fantasy"Gün ışığı beraberinde karanlık getirir. Krallığınızın prensesi peşinden savaşı da getirecek. İsyan, başkaldırı ve soykırım... Krallığın geleceğini göremiyorum. 20 gün, 20 yıl veya 20 asır sonra olabilir. Krallık yok olacak. Asla emin olamazsın ama...