bir inancın yüceliğinde buldum seni.
•
öğlen arası, kampüste üzerine bir ağacın gölgesinin düştüğü eski bir bankta öylece oturuyorum. elimdeki kitabın rüzgarın çevirip durduğu sayfalarından biri, ikide bir kırışıp durarak sürekli hizamı bozuyor. bilmem kaçıncı defa kendisini düzelttikten sonra gözlerimi yeniden satırlarda dolaştırıyorum. "kendimi bulursam kaybediyorum." diyor pessoa. "inanırsam şüphe ediyorum, eğer zaten elde etmişsem sahip olmuyorum. gezinir gibi uyuyorum, ama uyanığım. uyurmuş gibi uyanıyorum ve kendime ait değilim. hayat nihayetinde upuzun bir uykusuzluktur; düşündüğümüz ve yaptığımız her şey, onu bölen, ayıltıcı sıçramalardır."
altını defalarca çizdiğim şu cümlelerin yankısı yeniden uyanıyor zihnimde. elime aldığım kurşun kalemin izi bir defa daha dolanıyor cümlelerin üzerinde. yutkunuyorum. duyması ya da görmesi bile suç sanki artık böyle cümleleri; keşke hiç hapse girmemiş olsaydım, diyorum.
bugün hava soğuk. etrafta çok fazla insan yok. muhtemelen birçoğu, girmek bile istemedikleri zorunlu dersleriyle vakit kaybetmekle meşguller. başımı yorgunlukla kaldırıp çevreme göz attığımda fark edebiliyorum anca bunu. varlığı burada yer edinen üç beş kişiye rağmen sanki kimseler yokmuş gibi geliyor çünkü çevremde. sanki zihnim, ilk defa böylesine büyük bir sessizlikle cezalandırıyor beni. oysa her zaman susan taraf ben olurum. fakat demek bugün öyle bir gün ki, kendi bilinçaltımda bile oldukça hüzünlüyüm.
kelimeler beni terk ettiğinde, ben onlara yeniden sığınırım. bir daha terk ettiklerinde ise tekrar peşlerine takılırım. her biri benden bıkıp usanana kadar kabusları olurum hepsinin. eğer zihnim içinde bulunduğum ruh haline uygun hiçbir söz üretemiyorsa, üretilmiş olanı bulup onunla avunurum. en bitik hissettiğim anımda bile yanımda taşıdığım kitapların sağlamasıdır bu düşüncem. evime kapanarak kendimi geçmişle sarıp sarmalamak yerine iki saate yakındır burada oturuyor olmamın sebebi de budur zannımca.
fakat günlerdir onu göremedim.
işte bu düşünce, bazen en derin sessizliğimden bile daha büyük bir işkence olup duruyor bana. ne zaman zaman kavramıyla olan ilişkimi bir kenara çekip onunla yüzleşmeye kalkışsam, hiç hesap etmediğim durumlar tam o anda adını bile duymadığım saçma sapan yerlerden fırlayıp gelerek bütün bildiklerimi ve inandıklarımı altüst ediyor. kalbimin üzerinde tonlarca ağırlık taşıyormuşum gibi hissederek terk etmek zorunda kalıyorum bazı yerleri. çoğu zaman, buna kendi evim de dahil oluyor hatta. çekmem gereken bir ceza varmış da onu çekmeden refaha eremeyecekmişimcesine boğazıma sarılıp boğuyor bazı anılar beni. ben özlüyorum. sürekli, hiç durmadan, mütemadiyen, doğru olmadığını bile bile, sadece onu ve ona dair her şeyi özlüyorum. ne yaparsam yapayım asla önüne geçemiyorum bu hissin. çünkü bunca zaman ne kadar değişmiş ve kim olmuş olursam olayım, içimde değiştirmeyi başaramadığım tek şey onun bir türlü silmeyi başaramadığım varlığı oluyor. bu his beni bazen yerden yere vuruyor, bazen de hiç olmadığım kadar göklerde hissettiriyor. hangisine inanıp nereye tutunmam gerektiğini de bilemiyorum artık.
kendimi hiç durmadan, sürekli baştan yazmaktan mahvoluyorum.
köşesini kıvırdığım kitabın kapağını kapatıp kenara koyarak yerimde hareketleniyorum. biraz daha kalkıp gitmezsem sonsuza kadar burada oturup bu düşüncelerle beraber çürüyebilecek kadar yorgun hissediyorum kendimi. tüm uyuşukluğumla beraber, berbat bir sessizliğe gömülü zihnimin sesini açabilmek için birbirine girmiş olan kulaklığımı alıyorum çantamdan. onu da kendime benzetip saçma sapan metaforlara kapılmamak adına sakince çözüp gitmek istiyorum buradan. hayatın hiçbir zaman benden ve istediklerimden yana olmadığını unutarak yapıyorum bunu. ne zaman bir şeye karar versem, her şeyin onun tam aksine ilerlemek için can attığını unutarak yapıyorum.

YOU ARE READING
match in the rain || taekook
Fiksi Penggemarjungkook, üst dönemi taehyung'un dolabına bir mektup bırakarak ona açılır. text, düz