1.BÖLÜM (Acem Kızı)

795 98 175
                                    


.................................. ~ZS~................................

"Şimdi de bir kayıp haberi ile devam ediyoruz. Irak'ın Kuzeyinde gerçekleşen operasyonda bir hava teğmeni olan Kuzgun Çevik, düşen uçakta savruldu. Teğmenin yeri tam olarak saptanamadığından, kendisinden şu anda haber alınamıyor. Görenlerin hemen 112 polis imdatı aramaları önemle rica olunur..."

Kadın, televizyonun mavi ışığına dönüp ekranda Kuzgun’un fotoğrafını izlerken bir anlığına durakladı. Ekrandaki adamın tanıdık yüzüne bakarken, yorganın içinde yatmakta olan gerçek Kuzgun’a gözleri kaydı. Televizyondaki fotoğrafın aksine, o tanıdık yüz yaralarla doluydu; yanakları, alnı ve çene çizgileri, sanki geçmişin her acısını simgeliyor gibiydi. Kahverenginden derinleşmiş, sütlü kahve tonlarındaki gözleri, ilk bulduğu andan beri kapalıydı, yaşadığına dair en küçük bir iz bile yok gibiydi.

Kadın, Kuzgun’u bir dere kenarının çamurlu kıyısında bulduğunda, ilk bakışta onun ölü olduğunu sandı. Vücudu garip bir biçimde şekilsizdi, kanla kararmış giysilerinin içinden yalnızca bir parça soluk cilt görünüyordu. Gözleri kapalıydı, dudakları morarmıştı. Ancak nabzını kontrol ettiğinde bir umut ışığı belirdi içinde. O an, her şeyin sona erdiğini düşündüğü o korkunç anda, bir hayatın hâlâ var olduğunu fark etti.

O günden beri, başından bir an bile ayrılmadan, Kuzgun’un yanında durdu. Şimdi, gözlerini açmamış olsa da, yaşadığını bilmek, ona bir huzur vermişti. Televizyondan öğrendiği bilgilerin ardından, en azından onun kim olduğunu, ne iş yaptığını biliyordu. Uzun süre "kimse" olarak tanıdığı adam artık bir hava teğmeni olmuştu. Hatta onu bulduğunda, neredeyse bir hayalet gibi, vücudu yaralı, gözleri kapalı bir insan olarak tanımıştı.

Oturduğu yerden kalktı ve televizyonu kapattı. Odadaki tek ses kaynağını susturduktan sonra, sessizliğin içinde yavaşça Kuzgun’a doğru ilerledi. Her adımında odanın soğuk havası cildine çarpıyordu. Yerdeki eski yer yatağının üstünde, halat gibi bükülmüş bir adam yatıyordu. Yavaşça eğilip alnına koyduğu bezi, yanındaki sirkeli suya batırıp iyice ıslattı. Sıkarken, bu sıradan bir hareket gibi görünse de içindeki endişe büyüyordu. Kuzgun’un vücudu hâlâ titriyordu. Sayıklamaları, ona olan endişesini daha da derinleştiriyordu.

Kuzgun’un sesini duymak, sanki bir mucize gibiydi. "Su..." diye fısıldarken, kadının içindeki kaybolan umutlar tekrar alevlenmişti. O an, her şeyin sona erdiği, Kuzgun’un sonsuza dek susacağı düşüncesi ona hem acı hem de korku veriyordu. İlk kez bir şey istemişti. Su. Ne kadar basit bir şeydi. Ama her şeyden öte, Kuzgun’un istemesi, ona hayatta olduğunu hatırlatıyordu.

Kadın hızla , sürahiyle bir bardak su doldurup Kuzgun’un yanına çömeldi. Su bardağını, Kuzgun’un kurumuş dudaklarına yaklaştırdığında, hissettiği soğuk titremeyi gözlerinde okuyamasa da, içindeki acıyı bir nebze olsun hafifletmişti. Dudaklarını aralayarak bir yudum aldı. Su, kadının ellerinde sımsıkı sıkılmışken, parmaklarının arası arasında damlalar bir bir süzüldü. Kadın ona birkaç yudum daha içirmeye çalıştı, içindeki korkunun biraz olsun dindirilmesini beklerken.

Kuzgun, suyu içtikten sonra yine bilinçsiz bir şekilde sayıklamaya başladı. Kadın bu durumda endişelenmişti, fakat ne zaman bu türküyü söylediğinde Kuzgun sakinleşip uyuyordu, belki de bir alışkanlık, belki de bir rahatlama anıydı. Yavaşça mırıldandı, sesini ince ince yükselterek.

"Acem kızı, Çeçen kızı, sen allar giy
Ben kırmızı!
Çıkalım şu dağın başına, sen gül topla
Ben nergisi!"

183. FİLO Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin