6

1.8K 178 108
                                    

biraz uzun oldu, keyifli okumalar💗

Helin gitmişti, Barış onu havalimanına bırakıp son model Mercedesini park etmişti yine kapının önüne. Allahım gecenin bir yarısı çıkıp boydan boya çizeceğim o olacak.

Ben ise yine bahçede oturmuş kitap okuyordum, sarı kafanın gelmesiyle odaklanma problemi yaşamıştım. Hep zararsın hep ziyan...

Krem rengi dar bir polo yaka giymişti, altına da siyah bir kot pantolon. Kolunda da birkaç tane renkli van cleef bileklikler vardı. Bu en son dızzo gibi giyiniyordu, İstanbul yaramış olmalıydı.

Arka kapıyı açıp Pablo'yu çıkardığında gözlerim parladı, çok özlemiştim onu. Barış'ın köpeği olmasına karşın (teknik olarak bizimdi çünkü birlikte bulmuştuk onu) giderken onu da birçok şey gibi Rize'de bırakmıştı. Birkaç ay önce de rahatsızlandığı için veterinerde müşahade altında tutulmuştu ancak iyileşmiş olmalıydı ki tekrar eve dönmüştü.

Güneş gözlüğünü çıkarıp kendi evinin bahçesine girmeden, bizim bahçeye göz ucuyla baktığında; göz göze gelmemize engel olamamıştık ikimiz de. Pablo ise beni görür görmez kendi etrafında dönmeye, Barış'ın ayaklarına dolanmaya başlamıştı.

Barış tasmasını bıraktığı gibi çitlerden atlayıp yanıma koştuğunda gülmeden edemedim ve onu kucağıma aldım. "Oğlum, bir tanem." dedim onu havaya kaldırıp. "Hoş geldin bebeğim, ablan seni çok özledi." Kafasını öptüğümde kucağımda yerinde duramıyordu adeta.

"Benden çok seviyor seni." Barış'ın sesi ile kafamı kaldırdım, ellerini cebine koymuş bana doğru adımlıyordu. "Yıllardır her gün beni görüyor, seni değil." Gözlerimi Barış'ın üzerinden çekip tekrar Pablo'ya döndüğümde sakinleşmiş, kollarım arasına iyice yerleşmişti.

Barış hafifçe güldü dediğime. "Laf sokmadan durmayacak mısın?"

Şaşkınca baktım suratına. "Laf soktuğumu mu sanıyorsun? Gerçekleri konuşuyorum." Siyah saçlarımı bileğimdeki toka ile topladım. Pablo rahatsız oluyordu.

Patileri ile omzuma tırmanmaya çalışırken onu zaptetmek oldukça zordu ancak benim dilimden anlıyordu. "Hayır oğlum, hayır. Gel buraya."

Barış tepemde dikilmiş dikkatlice Pablo ve beni izliyordu ancak o yokmuş gibi davranıyordum.

Pablo ters bir hareket ile elime vurduğunda yüzümü buruşturarak elimi kaldırdım, Barış ise öne atılıp aniden kucağımdan aldı onu. "Bu kadar yeter, ablanın eli acıyor." dedi kızarcasına.

Kaşlarımı çattım. "Niye alıyorsun ya, özlemiştim ben onu."

Pablo'nun tekrar tasmasını takarken ayaklandım ben de. "Eline vurdu, acıyacak. Seversin zaten daha sonra da."

"Beni çok düşünüyormuşsun gibi davranma." dedim kısık bir ses ile, ben bile oldukça zor duymuştum.

Duraksadı. "O ne demek şimdi Selen?"

Göz devirdim. "Beni diyorum çok umursuyormuş gibi davranma diyorum! Sanki dikiş attırdık anasını satayım alt tarafı cam kesti." Birkaç adım yaklaşarak gözlerine baktım ve sahte bir şaşkınlık ekledim yüzüme. "Yoksa..." İşaret parmağımı doğrulttum ona. "Benimle iletişime geçmek için bir bahane miydi bu?"

"Ha ha, ha. Fazlasıyla komiksin." Arkasını dönüp bahçeden çıkarken kahkaha attım dayanamayarak. "Hadi selametle."

Televizyonda izleyecek bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Ev halkı Yılmaz ailesi ile düğüne gitmişti, annem her ne kadar gelmem için ısrar etse de düğünleri sevmediğimden gitmemiştim. Barış da gitmemiş olmalıydı ki yan evin ışıkları açıktı. Dışarıda ise bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu. Rize yağmurları, bilirsiniz... Ortalık yıkan cinstendi.

en sevdiğim yanlışım | barış alper yılmaz. Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin