Dört duvarı ve beş katı olan bir cehennem. Benim ona taktığım ad buydu ama onlar oraya Valeria, diyorlardı.
Güç demekmiş. Ve cesaret.
Avcı'nın ağzından duymuştum.
Yine her zamanki gibi sırtımız o duvarda, bana uzattığı paketten bir dal sigara çekerken.
"Aptalca." Boğazıma bir bir dizilen kelimelerin arasından seçip kullanma cesareti gösterebildiğim tek kelime buydu.
Uzun süredir boya görmediği için binbir türlü lekeyle dolu, sıvası kırık dökük, arka cephesine sırtımı dayadığım için bile yıkılır mı korkusu hissettiğim o eski yapı bana hiçbir zaman güçlü hissettirmemişti.
Eskiden işlek bir pansiyonmuş. Ve aileler ziyaret edermiş.
Pansiyonun sahibi olan İspanyol kökenli adam oraya kızının adını vermek istemiş. Ardından adam ölmüş ve pansiyon el değiştirmiş ama buna rağmen bile neredeyse bir kaç çeyrek asırdır varlığını sürdüren o beş katlı bina adını korumaya devam etmiş.
Güç demekmiş. Belki biraz da güçlü olmak.
Arabadan ineli birkaç dakika olmuştu ama ben içeri girmek için bir adım bile atamıyordum.
Kendimi bildim bileli, yaklaşık olarak 22 yıldır vardım ve bana ev görevi görmüş iki yer olmuştu. Birini içindeki babamla birlikte ateşe vermiş, bir cinayet işlemiştim. Diğerindeyse elimde silah yine bir adamı öldürmüş üstüne bir de başıma oradaki adamları sarmıştım.
Tek katlı, beyaz duvarlı evin kapısının önündeki tümseğin bir yanı eğimden dolayı daha yüksekti. Belki bir bacak boyu kadar.
Sağ ve sol pencerelerinin mermerleri de muhtemelen daha sıcak bir mevsimde olsaydık renk renk çiçeklerin bizi karşılayacağının işareti olan içi toprak dolu çömlek vazolarla süslüydü.
Arabadan ilk önce o inmiş daha sonra adım seslerimi duymayınca bir eli hala çarptığım kapının kolunda, öylece dikilen beni izlemeye başlamıştı.
Kendi evimi yakıp haftalarca kaçak göçek terminallerde yattıktan sonra tanıştığım bir adam götürmüştü beni Valeria'ya. Kapısının önünde durup yine şimdiki gibi dakikalarca paslı pansiyon tabelasını izlediğim ilk zaman yalnızca 17 yaşındaydım ve orasının benim evim olacağı aklımın ucundan bile geçmemişti.
Sadece kalacak bir yer bakıyor ve çoktan her yerde karış karış beni arayan polislerden saklanacak bir delik bulmaya çabalıyordum.
Şimdi yine birilerinin beni bulmasından ve içten içe ölmekten, geriye kalan hayatımdan olmaktan korkarken ve yine adamın birinin beni getirdiği o yerin önünde durmuş geleceğimi tahmin etmeye çalışıyordum.
Başıma gelen her şeyin sorumlusu güvenmek istediğim erkeklerdi ve ben erkeklerin kirli işler yaptığı bir dünyada hem kirli işler yapan hem de kirli işlerin kendinden bir şey bırakmayana kadar sömürdüğü bir üründüm.
"Biraz daha durup düşünecek misin?" diye sordu sadece gerçekten düşünmek istiyorsam bana bu zamanı verecekmiş gibi.
Neden kendini de tehlikeye atarak beni korumak gibi bir çabanın içerisine girdin ki, demek istiyordum.
Eskiden olsa vitrinlerindeki herhangi bir parçanın çalınmasından, zarar görmesinden korkuyorlar nasıl olsa ben erkeklerin kirli işler yaptığı bir dünyada kirli işler yapan bir ürünüm, diye cevaplardım kendi sorumu ona fırsat bırakmadan.
Ama şimdi anlamıyordum.
Yeniden başka bir çıkmazın kollarına atılmaya başladığımı ve içinden çıkamayacağımı hissettiğimde kendime zar zor engel oldum. Ve saatlerce bir araba koltuğunda seyahat ettiğimden dolayı ağrıyan kaslarımı dinlendirmek istediğim için ona doğru yürümeye başladım.
Düşündükçe düşünecek yeni bir şey bulmayı başarıyordum ve artık daha fazla zamanım kalmamış gibi geliyordu. Sonuçta nereye gideceğimi biliyordum.
Benim hareketlendiğimi görünce Avcı da sakince önündeki birkaç adımlık yolu tamamlayıp cebindeki anahtarla kapıyı araladı.
Hemen bir iki santim arkasında sokak lambasının loş ışığıyla aydınlattığı girişe onun geniş omuzlarının ardından bakmaya çalıştım.
Kocaman geniş bir hol ve tıpkı onun üzerinden aldığım temiz bir koku karşılamıştı bizi kapıdan içeri girmeye çalışırken.
Evdi. Bir eve benzeyen her ne varsa yerleştirilmişti.
Ayakkabılarımı çıkardım ve beyaz desenli kırmızı halıya ilk adımımı attım. İçerinin sıcağı bütün vücudumu tatlı bir hisle ürpertti.
Başını omzundan arkaya çevirerek sadece saniyelik tepkilerimi izlese de yoluna devam etti.
Kolayca bulduğu düğmeyle holu aydınlatıp en sonda kalan kapıya giderek iki defa sakince tıklattı. Burada bir başkasının da olduğunu bilmek istemsizce gerilmeme sebep oldu.
"Sıla, uyudun mu?" Hafifçe araladığı kapıdan uzak tuttuğu başıyla sadece sesi daha iyi duyulsun ve odadaki her ne haldeyse onu o şekilde yakalamış olmasın istemişti.
İnce, tatlı bir ses onaylar mırıltılarla karşılık verince, "Misafirimiz var." diyip açtığı kapıyı geri kapattı.
"Kız kardeşim."
"Anladım."
Bana niye açıklama yaptığını bilmesem de engel olamadığım bir güven hissiyatı yeniden ortaya çıkıp onun adını koca bir yuvarlağın içine aldı.
Birkaç saniye ikimiz de ne yapacağımızı bilemez bir vaziyette ayakta dikildikten sonra içeriden seslendiği kız üzerinde uzun saten bir sabahlıkla çıkıp karşımıza dikildi.
"Arkadaşın mı?"
"Evet. Ona misafir odasında yatacak bir yer hazırlamama yardımcı olur musun?"
O kısa diyalogtan sonra ikisinin de Sıla'nın odasına çok da yakın olmayan bir odaya girip bir şeyleri kaldırıp indirdiklerini işittim.
Yeniden bir şeylerden kaçıyor ve yeniden kendimi birilerine güvenmek zorundayken buluyordum.
Bu sefer tek farkla, uzun süre sonra ilk defa evime daha çok benzeyen bir yerde uyuyacaktım.
***
stok bolumleri atip yeni bolum yazmamak... neyse suraya kadarki bolumler icin kucuk bir gorus alabilir miyim🥹🥹🥹? ne dusundugunuzu cok merak ediyorum
ŞİMDİ OKUDUĞUN
avcı
Romance"Senin," dedi. "Senin yaktığın ateş bir tek seni tutuşturur." arda güler ▪︎ ferdi kadıoğlu