Küçük bir pansiyonun çift kişilik odasıydı. Daha şimdiden yalnızca birkaç gün kalabildiğim o evi özlüyordum. Sıla'nın ilgisiz bakışları ve dans eder gibi attığı adımları bile.
Onunla tek bir kelime bile konuşamamış olsak da Avcı'nın evine kadar girebilip kız kardeşiyle tanışabilmiş olmanın şerefi büyüktü.
Eskiden onunla ne kadar çok konuşursak konuşalım onu hiç tanıyamayacağımı düşünürdüm.
Bana ne anlatırsa anlatsın, adı dahil onda tek bir düğümü bile çözemeyecektim.
O gidip gelecekti, her ne yapıyorsa yapmaya devam edecekti ve ben onun Valeria adına özenle geliştirdiği mafyatik karakterini oynamasını izleyecektim.
Banyodan gelen su sesi kesilene kadar o sesi dinledim. Orada olduğunu hissetmek istedim.
Ağlamaktan bitap düşmüş bedenimi kucaklayıp üstümdeki kiri bile umursamadan yatağın üzerine bırakışını, benim için küçük küveti hazırlayışını düşündüm.
Ona arkadaşım diyemezdim, sevgilimse hiç değildi. Zaten olmamalıydı da.
Suç ortağımdı işte belki. Belki ben onun oradan çıkmak için bahanesiydim, bunu defalarca kez düşünüp durmuştum çünkü bu ihtimallerin içinden en iyisiydi.
Etrafımızdaki her şey çok hızlı gelişiyordu.
O adamı öldürdüğüm günün üzerinden bile asırlar geçmiş gibi hissediyordum ama saysam bir on gün etmezdi.
Sonu bitmez bir yolculuğun, kaçışın içinde kısılıp kalmış gibi dümdüz bir yolda ilerleyip duruyorduk.
Eskiden hep ne zaman yolculuk yapmak zorunda kalsam hiç bilmediğim bir yere gitmenin, biletini kendi ellerimle aldığım o yerlere gitmekten daha kolay olduğunu düşünürdüm.
Başımı pencereye dayayıp sonsuz yolu izlemek ve bir tek ben istediğimde durduğunu hayal etmek. Bu kadardı.
Gitmek istiyordum.
Durmadan. Sadece gitmek istiyordum. Bir gün o kadar uzaklaşmanın yeterli geldiğini hissedene kadar. Gitmek, gitmek, gitmek.
Nereye gittiğimi bilmeden.
Tenime bir dövme misali kazınmış gibi hissettiğim kirler omuzlarımdan düşene kadar.
Su sesi kesildi. Kafamın içindeki düşünceler kesildi. Midemde yanık bir heyecanla oradan çıkıp yanıma gelmesini istedim.
Ellerim hemen bir sigara paketi aradı. Sırtımsa yaslanacak bir duvar.
Sadece konuşmak istedim, ona konuşmak. Kırk yıllık dostummuş da beni bir tek o anlarmış gibi. Ona yaptığım kötülüğü unutmak istedim. Aslında bu yalancı dostluğumuzun onun omuzlarına yüklediği sorumluluğu unutmak.
Belinde bir havluyla çıkageldi. Ne ara topladığını bile bilmediğim spor çantasından birer parça seçip arkasını dönmesini izledim.
Belinde, muhtemelen karnının üzerindeki dövmenin devamıydı, o daha dönmeden orada boynundaki zincirli tasmasıyla bir köpeğin durduğunu tahmin edebiliyordum.
Çıplak geniş sırtında belli belirsiz bir bıçak yarası vardı. Tam iki omzunun ortasında, uzunca bir kesik.
Teni süt kadar beyaz ve temizdi.
Bir anda belindeki havluyu indirince sıkı kalçaları da görüş alanıma girdi. Yanaklarımın kızardığını hissedebiliyordum, bakışlarımı hızlıca önümdeki dolabın aynasına çevirdim.
Tahmin ettiğimden farklı değildim.
Beni her zaman ele veren en az onun kadar beyaz bir suratım vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
avcı
Romance"Senin," dedi. "Senin yaktığın ateş bir tek seni tutuşturur." arda güler ▪︎ ferdi kadıoğlu