4. Bölüm

125 19 9
                                    

Sırtını daracık mutfağın sararmış beyaz mermerine dayamış elindeki sigarayı acele etmeden içmeye çalışırken ben de biraz önce onun gerçek adını öğrenmenin şokunu atlatmaya çalışıyordum.

"Ferdi." demişti Sıla. "Getirdiğin arkadaşın kim?"

Henüz kalkalı çok olmamıştı. Bir an sadece rüya görüyor olup olmayacağımı tarttıktan sonra titrek ellerim kapı kolunda onları dinlemeye karar verdim.

"İşten." diyip kestirip attı.

Sıla onun yaptığı işin ne kadarına hakimdi merak ediyordum. 

Adım sesleri duymadım. Orada öylece durup birbirlerini izlediklerini biliyordum. Anlamlandırmaya çalışıyordu Ferdi'yi Sıla. Neden gecenin bir yarısı işten bir arkadaşını evlerine getirip bir de bir süre onlarda kalmasını gerektiğini mantıklı bulamıyor olmalıydı.

Ben de anlayamıyordum onu. En az kendimi çözümleyemediğim kadar. Mesela neden ona hiç itiraz etmemiştim ve onunla çıkıp buraya gelmiştim. Bana yaptığı o küçük, gizli saklı arkadaşlık hoşuma gittiğinden mi? Yoksa artık ölmek bile umrumda olmadığından mı? Gerçi beni öldüreceğine dair en ufak bir hissiyat bile yoktu ki içimde.

Sonra ikisi biraz daha birbirlerini izlemenin anlamsız olduğuna karar vermiş olmalılar ki yükselip alçalan iki farklı ayak sesinden farklı yönlere gittiklerini çözebildim.

Ellerim kapı kolunu daha büyük bir cesaretle kavradı ve yine onun ardından gidip sadece bir şeyler söylemesini beklemek istedim.

"Ferdi." diye fısıldadım. Parmakları arasında sigarayla dudaklarına uzanan elleri bir süre durakladı öylece havada ve dalgınlıktan fark etmediği kapı pervazındaki varlığımı buldu hemen bakışları.

"Ferdi." Bu sefer daha sesliydi. "Adın güzelmiş."

"Teşekkür ederim."

Sigarasından bir duman daha çekip henüz daha yeni yarılanmışken ıslak mutfak tezgahına bastırarak tek eliyle söndürdü. Diğeriyle de mermeri sıkıca kavramıştı. Başı önüne eğik, yeni uyandığı için her daim özenle arkaya yaslanan saçlar bu defa kaşlarına değin küçük bukleler eşliğinde uzanıyordu.

Ellerimle onları yeniden arkaya atmak istediğimi fark ettiğimde mideme ağır bir kramp girdi. Bir elim kapıya yaslı diğerini de arkama saklayarak yumruk yaptım. Yoğun bir duş alma isteğiyle yanıp tutuştu bedenim, sanki ona dokunursam onu da kirletecekmişim gibi. 

Sonra başını kaldırdı ve karşısındaki boş duvara baktı. Duvarların, siyah detayları olan mutfak dolabıyla uyumlu açık grisi ikimizi de boğuyor gibi sessimiz çıkmadı bir süre.

Genelde hiç bu kadar sessiz ve ne diyeceğini bilemeyen bir durumda olmazdık. Çünkü sanki ikimizin de birilerine söylemesi gereken çok şey varmış gibi sürekli ağızlarımız farklı konuların ve soruların heyecanıyla açılırdı.

"Nereye gideceğimi biliyorum." dedim günlerdir aklımı meşgul eden düşüncelerle beraber. "Tıpkı nereden geldiğimi bildiğim gibi. Ama nerede olduğumu bilmiyorum."

"Evimdesin." diyerek kısa kesti. Ne söylediğimi anlamayacak kadar dalgındı çünkü.

Güldüm. Keyiften uzak alaylı bir gülüştü bu.

"Bu öyle bir şey değil."

Ağır ağır başını sallamasını izledim.

İki eli de artık mermere çok sıkı tutunuyordu.

"Seni de öldürecekler."

Cevap vermedi. Yine vermedi. Neyin içinde olduğumuzu en iyi bilen oydu zaten. En çok da bu yüzden anlam veremiyordum.

"Neden?"

"Sorgulama işte."

"Neden?"

Artık kapıya yaslı değildim, ona doğru öne çıkmış kızgınlıkla suratına bakıyordum.

"Neden sorgulamayayım?"

"Verecek bir cevabım yok çünkü." Bir anda öfkeyle yanan bakışlarını benim kızgın bakışlarımla birleştirip baştan ayağa ürpermemi sağladı.

Kalp atışlarımı dinlediğim kısa bir sessizlik aramızdan geçti gitti.

Sesi ne yaptığını bilmeyen bir adamınkine göre oldukça kendinden emin ve sesimi kesmemi ister bir tondaydı.

Birkaç kere ağzım verecek bir cevabım varmış gibi yavaşça açıldı ve kapandı.

"Bilmiyorum, sadece ölecek birine göre yaşaman gereken çok şey biriktirmişsin gibi Arda. O sikik başına geleni hak ediyordu ama senin ölünü de kaldırıp bir köşeye atamazdım." Birkaç kere Sıla'nın içeri gelme ihtimaline karşı kapıyı yokladı. Sesi fısıldar tondaydı. Ne ara bu kadar yakınlaştığımızı bile anlayamadığım kadar dip dibeydik.

"Bir çaresine bakacağım, siktir olup gideceksin bu işlerin içinden yakında. Gidip kendine bir gelecek kuracaksın."

İşaret parmağını göğsüme vurdu.

"Anladın mı?"

Yine o beş katlı cehennemin duvarlarının ev sahipliği yaptığı bir hikayeydi bu.

İçten içe bana kahkahlarla güldüğünü düşünmüştüm.

"Buradan çıkıp gideceğim." demiştim. Yüzüme bakıp devamını getirmemi bekledi çünkü nasıl yapacağımı merak ediyordu. "Sadece paraya ihtiyacım var. Zorundayım." Kendimi açıklayamadığım herkes için o gün kendimi ona açıklamak istemiştim. İlk defa. İlk defa biri suratıma bunu yapmaktan zevk alıyormuşum ve hak etmişim gibi bakmasın istedim.

"Buradan nefret ediyorum."

Beni ondan sonra en yüksek her kimse ona gammazlayabilirdi çünkü oradan nefret ediyordum. Her an kaçıp gidebilirdim. Ve gideceğimi de söylüyordum.

Küf kokulu, yan odada başkalarının sevişme seslerini duymamı sağlayan ince duvarlardan ve ertesi gün olan biten her şeyi bir kabus gibi varsaymamı sağlayan her ne varsa hepsinden nefret ediyordum.

Bazen bu nefret denizi oldukça büyük bir okyanusa dönüyordu ve ben tüm dünyamı tek bir kara parçasını sadece görmeye bile razı olarak geçiriyordum.

Daha da geriye dönük bakarsam kollarım yoruluyor, dünyamın kocaman ve derin bir su kütlesinden ibaret olduğunu varsayıyordum. Sonra da kendimi artık dalgalanmayı bile bırakan okyanusumun içine teslim ederek sadece boğulmayı bekliyordum.

"Yapma." dedim hala bir adım bile gerilememişken hırsla soluyan bedeni. Hayatını hayatımın üzerine oynuyordu ama ben zayıf bir attım. Artık yorulmuş ve kendi başına dayanan soğuk bir metalle canımın tek seferde alınmasını bekliyordum. Tıpkı diğerlerine de yapıldığı gibi. Ben de kendi ötenazimi bekliyordum.

"Yaptım ama."

Gülümserken kırışan göz kenarları anlık bir boşlukta bana tüm hikayemi unutturdu.

Ona engel olamazdım ki. Şu saatten sonra bizden sadece suç ortağı olurdu.

Nereye gideceği ne yapacağı belli olmayan iki suç ortağı.

Ne yaparsak yapalım geri dönemeyeceğimiz bir yolun içindeydik. Ve bu yol ikimize de ölüm getirebilirdi.

Bu yol ikimizi de birlikte tutuşturabilir ve cayır cayır yakabilirdi.

O küçük, eski mutfakta, gri duvarların altında her şeyin benim için artık bir ölüm oyunundan fazlası olacağını hissedebiliyordum. Bana verilmiş bir söz her şeyi silip atmış ben küle döneceğim o yolun ilk kıvılcımlarını umut ışıklarım sanmıştım.

Çünkü umut etmek bir insanın başına gelebilecek en kötü şey olmalıydı.

***

bugunku maci alicaz dimi 😔😔

avcıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin