Güven.
Altımdaki toprağı eşeleye eşeleye düşündüğüm o beş harflik kelime. Güven.
Oscar Ferdi'nin babasına en ufak şüphe bile beslemeden güvendiğinde sonu tek kurşunla gözlerini sonsuza dek kapatmak olmuş. Elindeki aletin ne kadar tehlikeli olduğunu bilmesine rağmen gözlerini dahi kırpmadan bakmasının sebebi de buymuş.
Ya da Habil, Kabil onu öldürmek için başında beklerken şüphesiz Tanrı'ya karşı en ufak bir endişe bile duymuyordu. Yani ona güveniyordu.
Ve ben küçükken ortada hiçbir sebep yokken kendi babama güvenmeyi seçtiğimde güvenim annemi öldürene kadar yerde yuvarladığı günlerle son buldu.
Annem de babama güvenmiş olmalıydı. Onu sevmiş olmalıydı.
Döver de; sever de, demiş olmalıydı. Çünkü sevgi ve güven bu tür şeylere katlanma gerekliliği de getiriyordu ona göre.
Elimdeki çubuğu parmaklarımın beyazını bulana dek sıktım.
Annem.
Siyah saçları ince beline dek uzanan ve üzerindeki beyaz, çiçekli elbiseyle sonsuza dek gülümsediği bir çerçeveye sıkışmış olan annem. Geceleri uyuyana dek başımda masallar okuyan annem. Bazen göz yaşları içinde, beş dakika önce dayak yememiş gibi geleceğine inandığı güzel günleri anlatan annem.
Ferdi birkaç saat önce halletmesi gereken bir iş olduğunu söyleyerek ayrılmıştı kaldığımız o inden bozma yerden. Ben de onun peşinden bahçeye fırlamıştım.
Beş gün olmuştu. Köşe bucak birbirimizden kaçtığımız perdeleri sonuna dek örtülü olan günlerin peşinden beş gün geçmişti.
Oscar gözlerimin önünden silinmeyecek kadar korkutucuydu. Ferdi'nin onu anlatan kısık sesiyse uzak.
Kafamda tek bir resim. Gözlerinde büyük bir hayalkırıklığıyla kaderine teslim olan çaresiz bir canavar. Bir yaratık.
Bir de güven.
Tam olarak ne olduğunu düşündükçe içine battığım tek kelime.
Her güvendiğimde, güvenmek istediğimde ortasında yuvarlandığım koca bir karanlık...
Kafamdaki kavramların her birinin içi biraz boş, biraz da karışıktı artık. Küçük bir çocuk gibi sürekli bildiğim her şeyi yeniden yeniden sorguluyor sonra da içimdeki yetişkini bulmaya çalışarak bir yanıt vermeye çabalıyordum.
Sevgi, güven, umut ve aidiyet.
Hiçbir yere ait olmak istemeyen benliğim ve bir aidiyet hissiyatına deli gibi özlem duyan benliğim karşı karşıyaydı.
Ferdi'nin kokusunu zihnime saklamak, kazımak istemekle zaten yakında gidecek olmamın bilinciyle hızlıca silmek arasında gidip geliyordum.
Onu kendime saklamamın bir manası yoktu. Gideceğimi bildiğim o yolda bir duraktı. Biraz da yol arkadaşı.
Ve yollarımız elbette ayrılırdı. Nasıl olsa kendimle beraber annemi bile getirememiştim. Kendimden hiçbir şeyi getirememiştim.
Küçükken aşık olmak isterdim, büyük pencereleri olan bir evde yaşamak isterdim, küçükken babamı öldürmek isterdim. Küçükken küçük arabalarımın büyümesini ve annemi o evden kaçırmayı dilerdim.
Ve sonra küçükken kurduğum tüm hayallerimle birlikte o evi ateşe verdim. Yeniden yola çıktığımda elimde yalnızca babamın kanı vardı.
Bu kadardı, sahip olduğum her şey bu kadardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
avcı
Romance"Senin," dedi. "Senin yaktığın ateş bir tek seni tutuşturur." arda güler ▪︎ ferdi kadıoğlu