Chapter 4- Kimse Beni Dalmakla Suçlayamaz Çünkü Yüzemiyorum Bile

163 10 0
                                    

Merhaba, tatilden yeni döndüm ve anca düzenlemem bitti bu bölümü yazım hataları olabilir, sonra düzelteceğim. Bu arada yeni bir Hakan Çalhanoğlu fici yazıyorum ve yeni bölüm yayınladım biraz önce adı illicit affairs, eğer göz atarsanız çok mutlu olurum, iyi okumalar🩵

Annem ben çok küçükken öldü, bu yüzden babam hem beni hem de kardeşimi tek başına büyütmek zorunda kaldı. Annem ve babamın kardeşleri yoktu, bu yüzden Gökay ve ben hayatımızın erken dönemlerinden itibaren birbirimizin hayatındaki önemimizi anladık. Babamın hasta olduğunu söylediğinde bu önem daha da arttı. Üçümüz salonda, Galatasaray'ın Fenerbahçe'ye yenilişini izliyorduk ve 90. dakikadan önce babam:

"Kanserim," dedi.

Bu kadar basitti. Onu birkaç ay sonra kaybettik. Hâlâ o maçın, onunla geçirdiğim süreden daha uzun sürdüğünü hissediyordum. Gökay ve ben o günden sonra futbol maçları sırasında önemli haberleri pat diye söyleme gibi tuhaf bir alışkanlık geliştirdik. Yan yana oturup göz teması kurmadan ne söylemek istiyorsak söylüyoruz.

"Fenerbahçe'ye yenilip küme düşmemiz komik olmaz mıydı?" diyor Gökay, düz bir şekilde televizyona bakarak. Boş zamanlarımda genellikle olduğu gibi onun evindeyim ve Süper Lig özetlerini izliyorduk.
"Hayır, komik olmazdı." dedim. Yeğenim Elena kucağımda uyuyor ve onu uyandırmamaya çok dikkat ediyordum.
"Bence aradığın kelime 'ironik'."
"Aynı bokun laciverti."
"Elena'nın çocuk doktoruyla işler yolunda gitmedi." dedim, ikimiz de hâlâ televizyona bakıyorduk. "Umarım üzülmezsin, Emilia'ya sizin için işleri garip hale getirmek istemediğimi söyledim."
"Merak etme, onun fikriydi. İkinizin anlaşamayacağını biliyordum."
Gökay bunu çok sakin söyledi ve kendimi onu tokatlamamak için zor tuttum. Anlaşamayacağınızı biliyordum ne demek? Nereden biliyordu? Neden bir şey söylemedi?

"Hey, anlaşamayacağımızı nereden biliyordun?" Sesimde bir rahatsızlık var.
Carlos birasından bir yudum alırken konuştu. "O senin tipin değil."
"Benim siktiğim tipim ne peki abi?"
"Bebeğin önünde küfretme!" Elena'nın kulağının üstüne yavaşça ve dikkatlice bir el koyuyor. Bu sırada Elena ağzı açık bir şekilde kucağımda 20 dakikadır salya akıtıyordu.
"Lanet olsun, özür dilerim. Özür dilerim. Neymiş benim tipim, akıllı kafa?"
"Bilmiyorum." Omuz silkerek cevap veriyor. "Sadece o değil. Yani, gerçek bir işi var ve ciddi bir ilişkiye hazır görünüyor. Eski sevgililerinin hiçbiri bu profile uymuyor."
"Sen tam bir..." Uyuyan bebeğe bakıp sonra tekrar kardeşime dönüyorum. "Tamam, bilmeni isterim ki... Onun işi, ciddi ilişki isteği sorun değildi. Gerçekten denemeye istekliydim."
"Peki sorun neydi?"

O sorduğunda sessiz kaldım ve Gökay gülerek tartışmayı kazandığını düşündü. Ne düşünürse düşünsün. Victor'un doğum günü, bu yüzden Elena'nın banyo zamanı geldiğinde ona hoşça kal dedim, kardeşime yeğenimin masum kulakları bizden uzaklaşırken düzgünce kendini becerebileceğini söyleyerek ayrılıyorum.
Matteo küçük bir kutlama yapıyor ve benim bir şey götürmem gerekiyordu. Bu yüzden hızlıca evimde giyindikten sonra, iş arkadaşınızın 29. doğum günü yemeğine uygun, pahalı ama uygun bir şeyler bulmak için lüks organik süpermarketlerden birine koşuyorum.
Süt ürünleri reyonunda bir hayalet gördüğümü düşünüyordum. Bu noktada beni avlayan bir hayalet olmalı. Bunun başka bir açıklaması olamazdı. Yeryüzüne gönderilmiş bir şeytan, beni kışkırtmak ve küçük düşürmek için.
"Beni takip ediyor olmalısın. Yani, beni takip etmiyorsan başka bir yolu yok!" Barış'a işaret ediyorum, hala benden 2 metreden daha uzakta ve ona yaklaşmaktan korkuyordum.
"Hey!" Bana büyük bir gülümsemeyle bakıyor ve hemen eriyip ona yaklaşıp gülümseyerek cevap veriyorum. "Önce ben geldim. Bu yüzden beni takip eden sen olmalısın."
"İstanbul gerçekten bu kadar küçük mü?"
"Bence sadece aynı yerlerde takılmayı seviyoruz, Derya." Basit bir şeyi bir çocuğa açıklar gibi nazikçe konuştu. Bu beni sinirlendiriyordu ve bunu fark ettiğini biliyorum çünkü gülüyordu.
"Burada ne yapıyorsun?" diye soruyorum, gerçekten sinirlenmiş halde.
"Burası bir süpermarket. Alışveriş yapıyorum." Sen zaten İstanbul'un en pahalı ve lüks marketlerinden alışveriş yaparsın her zaman değil mi Barış? Asla Migros ya da Bim değildir yani? Barış bana baştan aşağı bakıyor, sanki bu doğal bir şeymiş gibi ve sonra gerçekten bunu yorum yapıyor.
"Şık görünüyorsun. Yine bir randevuya mı gidiyorsun?"
"Belki..." İlahi, iltifatına kapılmamak için gerçekten çok uğraşıyorum, "teşekkür ederim" dememek için alt dudağımı ısırıyorum.
"Umarım geçen seferki aynı adamla değildir." Ellerini ceplerine koyuyor ve bana sinir bozucu bir şekilde gülümsemeye devam ediyor.
"Neden olmasın?" Sesim tiz çıkıyor. Barış, bugün Dr. Cengiz Toksöz hakkında şikayet eden ikinci adam ve buna katlanamıyorum.
"Onunla eğleniyor gibi görünmüyordun." Dilini şaklattı ve endişeli bir yüz yaparak numara yaptı.
"Eğlenirken nasıl göründüğümü bilmiyorsun."
Bunu söylediğim için hemen pişman oluyorum ama Barış tepkimden eğleniyor gibi görünüyordu. Tam arkasında, süpermarketin en sonunda, şarap reyonunu görüyorum, tünelin sonundaki ışık gibi. Bu benim çıkış yolum, o yöne doğru yürümeye başlıyorum, sadece ona bir bahane söylemek için dönüyorum. "Neyse, gitmem gerek." Gideceğim yönü işaret ediyorum. "Geç kalmak istemiyorum."
"Seni bırakmamı ister misin? Bizi tanıdığımı düşünerek muhtemelen aynı yere gidiyoruz."
Lanet olsun, birinin beni bırakması harika olurdu. Yağmur yağıyor, soğuk ve Sel nedense mesajlarıma cevap vermiyor.
Bu ne biçim soru? Tabii ki bir yolculuk isterim.
"Hayır..." diye cevap veriyorum.
"Cevap vermen biraz sürdü, emin misin?"
"Yani, harika bir soruydu. Ama oldukça eminim, evet." Bunu söylerken ona bakmak için birkaç saniye harcıyorum, beyaz bir tişört giymiş ve beni omuzlarımdan tutup sarssın, onun boynuna atlama dürtüsüyle savaşmak için kollarımı arkamda birleştiriyorum. "Gerçekten teşekkürler."
"Sorun değil." Göz kırpıyor. "İyi geceler, Derya."
"Sana da Barış." El salladım ve o da gülerek geri salladı.

Victor'un evinde, Selena neden aramalarıma cevap vermediğimi soruyor. "Mesajlarıma cevap vermedin!" diye açıklıyorum ona.
"Çünkü seni aramakla meşguldüm." Matteo belirtiyor. "Oh, merhaba, mutlu yıllar Matteo!" Kapıyı açtığında ona sarıldım. Ben de peşinden gidiyorum.
"Feliz cumpleaños, Matteo! Şarap getirdim." Çantayı gösteriyorum. İçinde, 'vay canına, 45 oldun!' yazan bir doğum günü kartı var, çünkü onun yaşına en yakın olan buydu, özür dilemek için de rastgele Oasis sözleri yazdım, çünkü sebepsiz yere gruptan nefret ettiğini biliyorum.
"Hepimiz şarap getirdik." Daniel dairenin mutfağından bağırıyor.
"25'den büyük olmanın bedeli bu." diyor Matteo.
Selena göz kırparak, "40'ını bekle! İşler tersine dönecek." diyor bir yandan bir şeyler çiğniyordu. Tamam, yiyecek var demek ki. "Ben hâlâ yirmilerimdeyim, yani..." Bunu söylediğimde hepsi beni yuhalamaya başlıyor.
Geri geri kapıya giderken konuştum, "Heyy gereksiz üstüme geliyorsunuz!" "Burası için fazla gençsen Derya git artık!"
"Seni kim davet etti? Çık dışarı." Bana şaka ile karışık sarhoş bağırışlarından başım ağrımaya başlamıştı. Ama artık yetmişti.
Sonunda gerçekten çıkıyorum. Çok fazla şarap vardı ve yeterince yemek yoktu. Evime geri dönüyorum. 25 metrekarelik sığınağıma. Yatağa kendimi attığımda bütün yer dönüyor. Ertesi gün bütün bunlar bir rüya gibi hissedilecekti ve telefonumu alıp Barış'a mesaj attığımı fark etmem birkaç saatimi alacaktı. Ama şuan sarhoş ve uykuluydum. O yüzden bu sonrasının Derya'sının problemiydi. Şuanki Derya'nın değil.

—————

cderyadeniz
iyi şarağğ
haritaka bie süpermsrkt
şarrrraop seçmek için

barislaperyilmaz
gerçekten mi?

cderyadeniz
oh evrtttt
veeee harşkssss bir partişşiş
Feliz cumpleaños Matteo

barisalperyilmaz
hey
iyi misin? evde misin?

cderyadeniz
evte
evdr
yatak
casa
bed

barisalperyilmaz
iyi
eğlendiğine sevindim
O kadar kelimeyi sarhoşluğundan yazamayıp ispanyolca olanı doğru yazmana şaşırmalı mıyım
zannetmiyorum
doğru yazdığını da googlelayıp öğrendim, yoksa ispanyolca bilgim a -1
önce İtalyanca zannettim o kadar bilmiyordum
"İtalyanca Feliz cumpleaños ne demek" diye arattım
Her neyse şuan saçmalıyorum
Şimdi git biraz su iç ve yat

in search of an opportunity// barış alper yılmazHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin