🎠
Ölümün santim santim yaklaştığı zayıf bedeni, henüz ruhunun kopardığı yardım çığlıklarından bir haberdi.
Ölüm, buradaydı. Siyah kanatlı melek bedenini ruhundan kopartarak götürmeye gelmişti. Ölüm, onun için buradaydı. Ruhu, bedeninin içinden kayıp gidiyordu.
Ruhu, sıkıştığı kara delikte uzattığı yardım elinin tutulmaması yüzünden, düştüğü çaresizliğe tutunmuştu.
Ellerini ne zaman saçlarına atsa avuç avuç eline geliyordu siyah tutamlar. Kirpikleri de kemoterapi boyunca avuçlarına düştü. Gözlerinin altı çökmüştü, sevgilisinin yıldızlar kadar parlak dediği güzel gözlerinin ışığı gitmişti. Parlak yıldızları sönmüştü. Bu lanet hastalık bedenini de çelimsizleştirmişti.
Eliyle yüzünü kapatmak, yatağın baş ucunda oturan sevgilisinden saklamak istedi. Hissizce bakışlarını nefesini daraltan hastane odasının içinde gezdirdi. Hastaneler, hastane odaları onun kabuslarıyla. Kabuslarını yaşıyordu. Uyanmak istiyordu ama uyanamıyordu.
Yatağının baş ucunda oturan sevgilisi yatağın üzerinde ona doğru kayarak küçük narin yüzünü avuçlarının içine aldı. Şefkatle baktı adam sevgilisinin yüzüne. Baş parmağını yavaşça oynatarak haraket ettirdi, kızın zayıflıktan çökmüş yanağını okşadı. Bu teması kızın hoşuna gitmemişti, kafasını yana doğru çevirdi. Adamın eli yatağın üzerine düştü.
"Bakma bana." diye fısıldadı kız, ağlamaklı bir sesle. "Çok çirkinim."
Adam duyduğu şeyle olduğu yere mıhlandığını hissetti. Kızın çenesinden tutarak yüzünü kendisine çevirmesini sağladı. İçi titriyordu kızın güzel yüzüne bakarken.
"Birce." diye mırıldandı, kızın feri sönmüş gözlerinin içine aşkla bakarken. "Sen, benim bu dünya üzerinde gördüğüm en güzel şeysin."
Bu sözler, kızın içinde yükselen ağlama dürtüsünü kamçılayarak güçlendirdi. Gözlerini kapatıp üçe kadar saydıktan sonra kirpiklerini zorla yukarı itti ve ileriye baktı. Her şeyi bulanık görüyordu.
"Kerem, ben ölüyorum."
Kalbinde yirmi üç yıldır yanmayı sürdüren umut ışığının söndüğünü ilk kez hissetti. Yaşam parçalanıyordu, kalp atışları parçalanıyordu, içinde kalan son umut parçalarla ayrılıyordu.
Hissediyordu, damarlarından çekilen gücü ve yavaşça onu terk eden yaşamı, tüm gerçekliğiyle hissediyordu.
"Sus." dedi adam, acı çekiyor gibi. "Böyle konuşma, yalvarırım."
Kader, kenarından kan taşan bir yaraydı ve bu yara ölümcüldü. Kader, kan kaybediyordu.
"Dönüşü yok, hissediyorum."
"Burası çok soğuk, üşürsün. Ben hemşireden kalın bir yorgan alıp geliyim." dedi, kızı susturmak istercesine.
Ayağa kalktığı sırada, kız çelimsiz ve gücü çekilmiş ellerindeki son dermanla adamın bileğine sarıldı. Geri oturtturdu onu yatağa. Sızlayıp, kor renginde bir sızıyı kenarından aşağı bırakan dudaklarını araladı.
"Üşümüyorum."
Odanın keskin soğuğunu hissetmiyordu narin bedeni. Hissettiği tek şey, acının attığı çığlıklardı ve bu çığlıklar, büyük yırtıklar açarak önce bedenini, ardından da ruhunu parçalara ayırıyordu.
"Kerem, dinle beni. Ölüyorum ben. Yarın o ameliyattan sağ çıkamayacağım, bunu hissedebiliyorum."
Adam, sevgilisinin kuru dudaklarının arasından çıkan cümlelerle ruhunun bedeninden çekilişinin en yalın halini hissetti. Etini diri diri kemiğinden ayırmaya çalışsalardı da bu cümleleri duymasaydı biricik sevgilisinin dudakları arasından. Emindi, eti kemiğinden ayrılsa canı bu kadar yanmazdı.
YOU ARE READING
lilyum, barış alper yılmaz
ChickLitLilyum, saflığın, masumiyetin, yenilenmenin sembolüdür.