🎠
Ahu Özdemir
"Hoşgeldin Ahu, bu ne güzel bir tesadüf. Uzun zamandır görüşemiyorduk."
Tüm göğüsümü çevreleyen kemikten kafese balyozla vurulduğunu hissettim.
Onun burda ne işi vardı?
Öfke lav gibi gözlerimin içini doldururken, "Poyraz." diye fısıldadım. "Senin ne işin var burda?" sesim güçsüz çıkmıştı, kendime lanet ettim.
Dudağının kenarı alayla yukarı doğru kıvrıldığında bakışlarım bir kaç saniyeliğine de olsa dudaklarına kaydı ardından tekrar gözlerine tırmandı gözlerim.
"Seni özlemiş olamaz mıyım?"
Kalbim tekledi. Göz bebeklerim, yılbaşı gecesi beyaz gelinlik giymiş gibi karla kaplanan kaldırımda küçük bir kibrit ve eski, yırtık bir battaniye ile ısınmaya çalışan Kibritçi Kız gibi titredi.
Ruhu alev alev yanan ama küçücük bedeni soğuktan buz kesmiş, Kibritçi Kız. Ruhunun yangını, küçük bedenini ısıtmaya yetmediği için bir kibritle ısınmaya çalışan, Kibritçi Kız.
Boğazımdaki sızıyla ona öylece bakakaldım. İçimde fırtınalar koparken sessiz kalmayı alışkanlık haline getirmiştim.
Beni tekrar bulmuştu, her seferinde bulduğu gibi. Tekrardan onun esiri olmamı istiyordu. Ayak bileklerime görünmez prangalarını takmak istiyordu.
Acıyı tüm hücrelerimde değil, moleküllerimde hissediyordum. Toz parçasından bile küçük olan, vücudumun yapı taşları, ağrıyordu. Parçalanıyordum.
"Ben sana söylemiştim, Ahu. Benden ne kadar kaçarsan kaç, ben seni hep bulacağım."
Ruhum yanıyordu, cayır cayır. Ruhumun kıvrımlarından yükselen yanık kokusunu alabiliyordum. Bir an alev alan ruhumu ensesinden yakalayıp ortamıza çekeceğini düşündüm.
"Sen hastasın." dedim fısıltıyla, bunu kendime yediremeyip birden bire yüksek sesle, "Hastasın sen, hasta." diye bağırdım öfkeyle.
Bu onun hoşuna gitmiş gibi güldü ruhsuzca. Titreyen bileğimi kemikli parmaklarıyla kavrayıp beni kendine doğru çekti. Alkol kokan nefesi yüzüme çarpınca iğrenerek yüzümü buruşturdum.
"Duydum ki evlilik arefesindeymişsin." diye fısıldadı dudaklarıma doğru, gözümden bir damla yaş kızaran yanağıma doğru süzülürken bileğimi onun parmakları arasından kurtarmaya çalıştım ama nafileydi. Kurtaramıyordum bileğimi onun parmaklarından.
"Sevgili nişanlın biliyor mu, tüm ilklerini benle yaşadığını?"
Gözlerim fal taşı gibi açıldı, aldığım nefes zehir gibi yaktı ciğerimi. Sert göğüsüne yasladım elimi, parmak uçlarım alev alev yanıyordu. İttirdim onu var gücümle, birbirine yapışmış bedenlerimizi zorlukla ayırdım.
"Sen iğrenç bir herifsin." diye tısladım yüzüne doğru.
Bir zamanlar kimsesizliğimin kimsesi olan, bütün ilklerimi yaşadığım, bedenimin her bir karışını ezbere bilen adam şuan bana yoldan geçen, hiç tanımadığım, adını bile bilmediğim sıradan bir insandan bile daha el olmuştu.
Poyraz, benim lise aşkım. Kapanmayan yaralarımın üzerine merhem süren, onları saran, beni iyileştiren adam. Beni yanına, diğer herkesi karşısına alan adam. Benim için herşeyi göze alan adam. İçimdeki yangını söndüren adam.
Poyraz, bana masumane bir lise aşkından çok saplantılı bir aşk duyuyordu. Aşk da denilmezdi buna, bunun adı takıntıydı.
Ayrılığımızın üstünden 2 yıl geçmesine rağmen hala vazgeçmemişti, beni ulaşabileceği her yerden rahatsız etmeyi sürdürüyordu.
YOU ARE READING
lilyum, barış alper yılmaz
ChickLitLilyum, saflığın, masumiyetin, yenilenmenin sembolüdür.