Bölüm 16

812 85 22
                                    


🎠

Ahu Özdemir

Nasır bağlamış kalbimin çatlaklarından kan sızıyordu. Kalbim, kan sızdırıyordu.

Ruhum zamanın üzerine zincirlenmişti. Zaman aktıkça benimle birlikte büyüyordu.

Yanı sıra, acılarım, yaralarım ve çığlıklarım da büyüyor, peşimi bırakmayan duygularımsa beni ölüme sürüklüyordu.

Ölü ruhuma yaraşmayan bedenimi öldürmesi için tanrıya yalvarıyordum.

Sonuç yoktu. Hâla yaşıyordum. Nefes almaya mahkum edilmiş bir ceset gibi...

Ruhumun köprüleri zaman aşımına uğrayıp yıkıldığında, gemilerim çoktan batmıştı. Boğuluyordum. Kendi gözyaşımda boğuluyordum. Yanıyordum. Ablamın gözyaşı okyanusunda, cayır cayır yanıyordum.

Bedenimin buz tutmasını umursamadan, soğuk şubat gününde annemin tabutuna uzattım. Ellerim hafifçe ahşap tabutun üzerinde gezinmişti, oldukça soğuktu. Annem çok üşümüş olmalıydı. Benim ellerim tabuttan daha soğuktu, annemi ısıtmaya gücüm bile yoktu. Birazdan annemin üzerine toprak atacaklardı. Toprak, ona yorgan olup ısıtabilir miydi?

Birkaç adım geriye çekilip gözlerimi ablama çevirdim. Dudaklarından ufak bir hıçkırık kaçtı. Gözlerimin içi acı ile sızlarken ablamın soğuktan kızarmış burnunda ve yanaklarında gezindi bakışlarım. Soğuktan mıydı? Yoksa ağladığından mıydı? Emin değildim. 

Ablam elini yüreğine götürüp bastırdığında aynısını yaptım, kalbim ağrıyordu. Ablam acı bir tebessümle saçlarıma dokundu ve canımın acısını geçirmek ister gibi okşadı saçlarımı.

Kürek sesi duyuldu. Zihnimin duvarlarına çarparak yankılandı bu acı ses.

"Hayır, hayır, hayır."

Dudaklarımdan acı bir feryat döküldü. Bedenim yere serilecekken ablam buna izin vermedi ve kollarını yaralı bedenime sarıp yavaşça kafasını boynuma gömdü. Kollarımdaki acıya aldırmadan ablamın boynuna sardım. Ellerimi ablamın bana yaptığı gibi saçlarına daldırdım ve usulca okşadım. Birbirimizden başka kimsemiz yoktu.

"Kimsenin canını yakmasına müsade etmeyeceğim." diye fısıldadı kulağıma. Ürkek göz yaşlarım, ablamın acılarından içine göçmüş köprücük kemiğine düştü.

"Sende söz ver bana, kimsenin canını yakmasına müsade etmeyeceksin."

"Söz." diye fısıldadım zorlukla. Söz.

Ölünün üzerinden geçen dördüncü yıl. Daha çok da değil, bir kalemin kağıda değiş süresi bile daha uzundur.

Verdiğim sözü ne çabuk unutmuştum. Kimsenin canımı yakmasına müsade etmeyecektim hani. Canımı yakanların canını yakacaktım. Niye yapamıyordum, niye canımı yakmasına izin veriyordum?

Bana yaptıklarını unutmuş muydum? Hayır. Unutmamıştım, hiçbir zaman da unutmayacaktım. Unutmak, zavallıların işidir. Unutan, geçmişiyle lanetlenir. Hatırlamak seni güçlü kılar.

Geçmişim çok acımasızdı ve ben de çok şefkatliydim. Bebeğimin katiline karşı hiç olmamam gerektiği kadar şefkatliydim... O cennette melekleriyle birlikte beni izlerken lanet okuyor mudur bana? Bu gökten inen, tenimi yakan yağmur damlaları oralarda biryerlerde beni izleyen meleğimin gözyaşları mı yoksa?

Özür dilerim annecim, yemin ederim aklımı yitirmiş gibiyim. Benim suçum değil annecim, katilinin suçu. Kabuklarımın arasındaki çatlakları ben yapıştırmak istedikçe o ucu kanlı bir bıçakla genişletiyor. Kabuklarımı genişletiyor, içeriye giriyor. Sonra kapatıyor, ruhuma bulanıyor. Yemin ederim benim suçum değil meleğim, o bulandı benim ruhuma. O rahat bırakmıyor beni.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Sep 01 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

lilyum, barış alper yılmazWhere stories live. Discover now