Bana baktı, göz göze geldik.
Osmanlı hakkında hiçbir zaman öyle derinlemesine bilgi sahibi biri olmamıştım. Ben, Miray. 24 yaşında bir yazılım mühendisi olan Miray. Fakat eğer Muhteşem yüzyıl bana yeterince fikir verdiyse, değil İstanbul'un fatihi ile göz göze gelmek onun önünde bile duramazdım.
Oysaki adamın yeşil gözleri öyle dikkatli bir ifade ile beni inceliyordu ki, utanmadan edemedim. Yeşil gözleri, ona baktığımda hiçbir şey değil ama o yeşil gözler sanki daha önce ölmemişim gibi beni tekrar öldürmüştü.
Yüzü sertti, kırışıklığı yoktu, ona baktığın zaman şaha kalkmış bir şeyler görüyordun. Siyah saçları kafasındaki zümrüt ve altın rengi işlemeli sarıkla güzel yüzünü süslüyordu. Sarık mı? Allah aşkına bende kafayı yiyorum. Günümüzde olsa dalga geçer gülerdim. Şimdiyse ona baktığımda elim ayağım titriyordu.
Ve sonra gözleri hala gözlerimdeyken tahta tekrar oturdu ve benim yine nefesim kesildi.
Sonunda bakışlarını yere çevirmek zorunda kalan da, arkamdaki kalfanın beni ittirmesi ile yere bakarak yürüyen de ven olmuştum.
Müziğin sesi her yerdeydi. En köşeye oturarak tekrar kafamı kaldırmaktan çekinerek etrafı gizli gizli süzdüm. Renk renk kıyafetler giymiş belli bir ritimle kalçalarını sallayan kadınlar, ellerindeki daha ne olduğunu dahi bilmediğim aletlerle müziği ağır ve şehvetli bir hale getirenler.
Utanmış, hatamın etkisi ile sarsılmış ve son derece gerilmiştim. Ben böyle biri değildim. Hiçbir zaman da çekingen, pısırık bir kız olmamıştım.
Ama hiç kimse, gerçekten hiç kimse kafasını kaldırıp da Padişaha bakmıyordu. Göz yaşları akın edecek gibi oldu ama yanağımın içini ısırarak durdurdum. Umarım unutmuştur.
Bakmak istiyordum. Deli gibi incelemek, elimi onun pürüzsüz yüz hatlarında gezdirmek istiyordum. Ama yapamazdım işte. Hem ben kimdim ki? Lanet bir modern dünya kölesi. O kimdi? Çağ kapatıp çağ açan adam.
Saçmalama kızım, dedim kendi kendime. Sen kim Osmanlı sarayı kim? Fırsat bul da kaç. Belki şansın yaver gider, erkek kılığına girersin.
Osmanlı da oğlancılık isimli kitap aklıma gelince hemen susturdum iç sesimi. Olmaz, kesinlikle olmaz. Hem memelerin büyük senin kızım kim inanır?
Of, pekala bu seçenek de gitti.
Bir anda özellikle odanın en ihtişamlı bölgesine kurulmuş tahtın yanında hareketlilik oluşunca gözlerimi oraya çevirdim.
Uzun, simsiyah saçları olan kadın ayağa kalkmış neredeyse ortamı ağır edecek bir duygu yoğunluğu ile bacaklarını hareket ettiriyordu.
İsmi Yasemin olmalıydı. Çok güzeldi. O kadar güzeldi ki. Bir an için keşke erkek olsam diye düşündüm.
Kalçalarını saran beyaz kumaş, ince beli, çekik gözleri. Ah Allah'ım. Kadın milleti ne güzel şeydi. Bakışlarımı ayıramıyordum bile. Bir oda dolusu güzel kadına, hayır koca bir saray dolusu güzel kadına nasıl bu kadar adaletsiz davranırlar? Hepsini kucaklayıp göğüsüme gömmek istiyordum.
Sonunda müzik sustu, Yasemin oturdu ve herkes belli bir sıra dahilinde yere bakarak sessizce durduk. Çıt bile çıkmıyordu, daha önce bilmesem de artık ne olduğunu biliyordum. Mor mendil. Bana gelmeyeceği için rahattım.
Ben olsam Yasemin'e değil mor mendili sarayı verirdim. Ama Fatih Sultan Mehmet'in 3 eşi arasında da Yasemin yoktu. Ne üzücü bir hayat. Acınası ve acıklıydı.
Yüzüne bakmadım ama ayağa kalktığını bir şekilde biliyordum.
Yürüdü, yürüdü, yürüdü. Ayakları bile mi yakışıklıydı yoksa benim erkek zevkim mi değişmişti. Kendi kendimi susturdum ve tam önümde durduğunu hissettiğimde nefesim kesildi. Önüme düşen kadife mendil beni daha da şok etmekten başka hiçbir şeye de yaramadı.
Kocaman, dehşet dolu siktir yağmuru.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Koma | Fatih Sultan Mehmet
FanfictionÖldüm ve ruhum beden değiştirdi. İkinci yaşama inanır mısınız? Reankarnasyon: beden göçü. Başıma gelen tam olarak buydu. Ve şans ile şansızlık ortasında kalan bir yerde devrin en zeki hükümdarı ile karşı karşıya geldim. Fatih Sultan Mehmet. ...