Mayıs 2012
Telefonun şifresini hiçbir şekilde öğrenemedik. Taehyung'u tehdit ettik, şifre ile ilgili türlü teoriler ürettik lakin ne yaptıysak bana mısın demedi. Demediği gibi de işin sonunda verdiğimiz son karar telefonu Taehyung'a geri teslim etmek oldu.
Yapabilirdik, telefonu parçalara ayırabilir belki de kasabadaki küçük gölün içine atıp sonsuzluğa uğurlayabilirdik. Yapamadık.
Yapamadık çünkü Taehyung'un babası okula gelip Taehyung'un telefonunu kimin çaldığı ile ilgili esip gürlediğinde ve herhangi bir bilgiye ulaşamayıp Taehyung'a telefonu kaybettiği için kızdığında Taehyung bizi ele vermedi.
Okul bahçenin ortasında babasından okkalı bir tokat yiyen Taehyung, ağzını açıp da telefonun bizde olduğunu söylemedi ve Jungkook ile günler boyunca düşünüp neredeyse vicdan azabından ölmek üzereyken en doğru şeyin telefonu geri vermek olduğu kararına vardık.
Ne arıyorduk ki zaten? Ne bulabilirdik? En fazla birkaç çıplak fotoğraf veya sevgilisi varsa onunla olan birkaç konuşma... Daha fazlasını bulamazdık.
Ne bulmak istediğimizi de bilmiyorduk ya zaten. Kurduğumuz üstünlüğün hoş şehvetine kapılmıştık.
Taehyung'un telefonunu almak için bizi kenarda köşede sıkıştırdığı her seferden başarı ile kurtulmamızın şehvetine kapılmıştık. Bir süre telefonuna uygulayacağımızı söylediğimiz tehditler işe yaramıştı ve sonsuza kadar böyle sürebilir sanmıştık fakat kabul etmek istemesem de kendimi o olaydan sonra Taehyung'a üzülür halde bulmuştum.
Hem minnet eder hem de üzülür halde bulmuştum.
"Yoongi?" evin gürültü ile çalan kapısını açtığımda karşılaştığım bedene şaşkınlık ile baktım. Daha ben kapıyı tamamen açmadan beni ittirerek içeri adımlamış, kendisini odama atmıştı. Ondan beklenmeyecek hareketler sergiliyordu. "Ne oluyor yahu?"
Jiwon odasından başını çıkartarak şöyle bir bakındıktan sonra kapısını kapatarak tekrar odasına döndüğünde ben de hâlâ açık duran dış kapıyı kapatarak kendisini odama atmış olan Yoongi'nin yanına adımladım.
Annnemin eve hâlâ gelmemiş olması iyiydi. Bu aralar Yoongi ve Jungkook'a karşı derin bir nefret besliyor gibiydi ve onunla aramızda süregelen soğukluğu hâlâ aşamamıştık. En azından sık sık kavga edemeyecek kadar kırgın ve dargındık da birbirimize, bütün günüm onunla ufak şeyler için kavga etmekle geçmiyordu.
"Neler oluyor?" odama girip kapımı da kapattığımda Yoongi'yi yatağımda uzanır halde buldum. Tavandaki yıldızlara sırıtarak bakıyordu ve bundan nefret ettim. Onları oraya astığımı zaten biliyordu fakat her seferinde dalga geçiyordu benimle. Çocukça bulduğum bu şeyleri oraya özenle yapıştırdığım için çocuk olduğumu ispatladığımı söylüyordu.
"Off, çok çocuksun sen." ellerini başının altında bağlayarak yatakta daha rahat bir şekilde uzanmaya başladığında yataktan sarkan bacaklarına hafifçe tekme savurdum.
Aceleci tavırları ile beni korkutmuştu on saniyede ve şimdi sadece benimle dalga geçiyordu.
"Dalga geçmeye mi geldin?" çattığım kaşlarım ile onun yanına attım kendimi. Yatağım iki kişi için fazla küçük olsa da Yoongi'nin yaında kendime sığacak bir yer hep bulurdum.
"Onun için gelmemiştim aslında ama şu an bu fikir çok cazip geldi. Başka nelerin var bakalım dalga geçebileceğim? Oyuncak arabalar?" başını yana çevirerek onun gibi tavana bakan yüzümde gözlerini gezdirdi. Çirkin bulduğum yan profilimi incelemesi rahatsız hissettiriyordu fakat ses etmedim.