Ekim 2012
Ev derin bir sessizlik içindeydi. Jiwon her zamanki gibi odasına kapanmıştı fakat her zamankinin aksine kapısının altından hiçbir ışık sızmıyordu. Annem oturma odasındaki tekli koltuğa oturmuş, sadece televizyon ışığının aydınlattığı odada önünde duran ve sehpanın üzerine koyduğu şişeden birasını yudumluyordu.
Onun için endişeli hissediyordum ama yanına gitmeye de korkuyordum açıkçası. Yarım saatte bir mutfağa gitme bahanesi ile oturma odasının açık kapısından izlemediği televizyona boş boş bakan annemi kontrol ediyordum ve Jiwon'un kapısı kapalı olmasaydı onun için de aynı şeyi yapardım.
Babamın ilk ölüm yıl dönümü yaklaştığı için evde bir süredir süregelen sessizliği anlamlandırmak zor değildi. Annemle ettiğimiz kavgalar bile yerini derin bir sessizliğe bırakmıştı. Bu ara üstümüze ayrı bir düşer olmuş, tıpkı benim ona yaptığım gibi o da bizi sık sık kontrol eder hâle gelmişti.
Kötü hava evin içinde adeta bir kara büyü gibiydi. Üçümüz de sessizce yasımızı tutuyor ve babamı yad etmeye çalışıyorduk fakat bunu ayrı ayrı yapıyorduk.
Acı çekmek, ağlamak ve haykırmak utanılması gereken şeylermiş gibi köşe bucak kaçıyorduk birbirimizden. Yasımızı dillendirmiyor ve konuyla ilgili tek kelime dahi etmiyorduk.
Yoongi ve Jungkook da şu sıralar üstümde var olan durgunluğa anlayış ile yaklaşıyor ve aklımı dağıtmak için ellerinden geleni yapıyorlardı. Doğum günümü kutlamak istemediğimi Yoongi'nin göğsünde haykırdığımdan beri planlarının rafa kaldırılmış olmasının onları incittiğini görebiliyordum ama ben nasıl istersem öyle olacağı konusunda hemfikirlerdi.
Taehyung bile bulaşmıyordu birkaç gündür bana.
Gerçi gezi gecesinden sonra çok da bulaşmış sayılmazdı zaten, daha çok beni sinir etmek için uğraşıyor gibiydi fakat son birkaç gündür onu bile yapmamıştı.
Bir kez olsun Taehyung'a minnet duyacağımı söyleseler gülerdim fakat ona da minnet duyuyordum.
"Jimin, gelsene yanıma." Üç saattir tam altıncı kez odamdan mutfağa gitmek için yeltendiğimde seslendi annem karanlık odadan. O da biliyordu neden sürekli mutfağa gidip durduğumu fakat şu saate kadar ses etmemişti.
Yanında duran tekli koltuğu işaret etti.
"Çeksene şöyle önüme doğru, konuşalım biraz."
Ağır koltuğu ittim önüne doğru. Şimdi aramızda bir sehpa, karşımda annem sessizce oturuyorduk. Televizyonda oynayan dizinin sesi odada yankılanıyordu fakat odaklanamadığım için seslerin ne anlama geldiğini ayırt edemiyordum.
"Bu sene doğum gününü kutlamayalım."
Beklemediğim bir şey değildi söylediği, şaşırmamıştım ve yanlış bir şey de söylemiyordu fakat bana öyle bir bakıyordu ki o an yapacak cesaretim olsa kendimi bulduğum en yüksek yerden aşağı atardım.
Uzun bir süre boyunca aynada kendime nasıl baktıysam öyle bakıyor gibiydi.
Suçluyordu sanki beni. Belki de sevmiyordu bile artık.
Düşünmekten kaçındığım her şeyi bir anda düşünmek istememe sebep oluyordu bakışları ama korktum sormaya, avutmak istedim sonra da kendimi.
Yanlış anlıyordum bence. Anneydi o çünkü, anneler evlatlarından öylece nefret edemezdi.
"Ben de kutlamak istemiyordum zaten."
O birasından bir yudum daha aldı, ben de omuzlarımı silktim fakat ağlayacak gibiydim. Mevzu doğum günüm falan değildi, doğum günü kutlayacak mecalim bile yoktu. Mevzu kafamın içinde birden fır dönmeye başlayan düşüncelerdi.